1929 Alfred Hitchcock yapımı ‘Şantaj’ isimli siyah-beyaz, sessiz bir korku filmine bilet aldım. İstanbul Film Festivali gösterimlerinden biri, sene 1999. Film Emek Sineması'nda. Salonun içinde, İngiliz Oda Orkestrası da filme müzik yapacak. Biletler locadan; çook entelimm çoook! Normalde ustalara saygı kuşağında televizyonda oynasa yemin ederim seyretmem ama burada konu başka.
İki üç kez çıktığım, her görüşme teklifinde farklı fikirlerle gelip beni şaşırtan ve kendimi bu konuda geliştirmeye zorlayan biri var. Film festivalinden acayip bir film seçeyim, benim de entersan fikirlerim var diye kanıtlayayım, kusur kalmayayım niyetindeyim.
İş çıkışında buluşup birşeyler atıştırıp sonra filme gitmek üzere plan yaptık. Yeri ben sectim. Bahçesinde güller, sarmaşıklar olan, mis kokan yetişkin ıhlamur ağaçları altında oturulan, fıskıyeli mini mermer havuzundan kumruların su içtiği nefis bir yer.
Vaktinden erken gittim. Bu beni çok hevesli ve sabırsız gibi gösterecek olsa bile umurumda değil! Ben çayımı, kahvemi içip bahçenin keyfini çıkartmak istiyorum. Bahçe o kadar güzel ki! işi çıksa gelemese ne kızacak ne bozulacak ne de üzüleceğim.
Daha sipariş ettiğim çay gelmeden bahçeye açılan kapıda gözüktü. Yerimden kalktım; tokalaştık, öpüştük tam sandalyeme geri oturacağım “Bunu sana getirdim” diye siyah nalbur poşeti gibi bir naylon torba uzattı. Bana bir şey getirmesi çok nazik ancak siyah naylon torba ne kadar çirkin ne kadar özensiz anlatam ama içinden güzel bir paket içinde bu değişik fikirlerin sahibinden yine beni şaşırtacak bir hoşluk çıkacağı kesin! Teşekkür edip uzattığı torbayı aldım.
Aklımdan hediyeyi tahmin etmek için bir sürü fikir gelip geçiyor. Sessizce ve kendi kendime oynadığım bu tahmin oyununda eğer aldığı şeyi düşünebilirsem kendimce oyunda beraberlik sağlayacağım. Böylece “sen orijinal biri olabilirsin ama ben de aklından geçen fikirleri tahmin edecek kadar zeki ve öngörülüyüm” diyebileceğim.
Torbayı açtım, içinden bir tane pembe bir gül çıktı çıkartıp alacağım ama o kadar ağır ki! Torbayı sıyırdım gül hala hayatta! Köküyle, toprağıyla hatta içinde yetiştirildiği siyah naylon poşetiyle kanlı canlı karşımda...
“Sana çiçek almak istedim ancak bir tek bunu bulabildim, kesip tek gül olarak getirebilirdim ama bu defa da çiçeğe kıyamadım. Eğer istersen koparabilirsin veya koparmayıp bahçene dikebilirsin” dedi.
Güle kıyamamışsın ama bana kıyıyorsun öyle mi? Zaten poşete, torbaya, yanımda ekstra bir şey taşımaya kıl bir insanım! Beni bu torbayla mı gezdireceksin İstiklal Caddesi’nde? Çiçek benim olduğununa göre benim taşımam icab eder! Al sen taşı diyemem! Desem hediyesinden hoşlanmadığımı anlar. Anlasın ne olacak? Yok anlamasın! “İnceliğimi hassas ruhumu anlamadı ne kaba şeymiş” demesin arkamdan.
“Çok teşekkür ederim ne kadar düşüncelisin. En güzeli bahçeye dikmek” dedim. Yemek için birşeyler söyledik sohbet ettik. Benim aklım çiçekte kaldığı için sohbete falan konsantre olamadım. Sinema saatine yaklaşırken hesabı istedik. Ayrılırken çiçeğimi unutmuş gibi yapacağım; normal bir çiçek gibi masanın üzerinde tutamadığımız için sandalyemin yanında yerde duruyor. Kolaylıkla unutulabilir!
Daha iki adım attım “çiçeği unuttuk” dedi . “Aaaah evet yaa nasıl da unuttum!” (Unutmadım bıraktım ayol! unutulacak çiçek mi o? Bak 100 yıl geçmiş hala hatırlıyorum!) Çiçek torbası elimde, bir taksi durdurup bindik. Arkaya oturduk. Ortamızda gülümüz! Hava alsın diye çiçekli kısmını torbanın dışına çıkarttım.
Adeta evcil hayvanımız gibi aramızda oturuyor, bizimle sinemaya geliyor. Bir isim versek! Hatta bahçeye falan dikmesem de mobilitesini kaybetmese! Yine çıkarsak yanımıza alırız.
Bütün bu abuk subuk şeyleri düşününce bir süre sonra beni bir gülme aldı. Katıla katıla gülüyorum. Durmaya çalışıyorum ama aramızdaki gülü gördükçe daha çok gülüyorum. Taksim’e geldik, taksiden indik. Temiz hava alınca sakinleştim.
Gül, böyle aramızda, takside gidiyoruz... Biz-gül-taksi şeklinde ebelek gübelek bir açıklamayla neden güldüğümü anlatmaya çalışsam da çok başarılı olduğumu sanmıyorum.
Emek sinemasına geldik. Son umudum; “salona evcil hayvan ve köküyle gül almıyoruz” diye birinin bizi durdurmasıydı. Olmadı tabi.. Filmi de baştan sona hep birlikte izledik.
Gülü hafta sonu bahçeye diktim. Gülün hikayesini duyan arkadaşlarım haftalarca, Falım sakızını aratmayan güllü manilerle benimle dalga geçti.
Ben, çok kısa bir sürede değişik fikirlerden çok fazla hazetmediğime karar verdim. Gül de yerini sevmese gerek benim bahçede uzun yaşayamadı.
Ahh çiğdem elimizde küçük çiçekli valiz gitsek bilmediğimiz bir yere...beyaz diş benide korkuttu ama bilinmezi gezmek çook cazip :)))
YanıtlaSil