Gül gibi işimi bırakıp İngilizce öğreneceğim diye dere depe düz gitmiş, dönmüştüm.
Tekrar çalışmaya başlayacağımı düşündüğüm iş yerimde, yurdumuzun bitmeyen krizlerinden biri daha patlak verdiğinden her iki kişiden biri çıkartılmış, pek çok arkadaşım işssiz kalmıştı. “Döndüğünde birlikte çalışcağız” diyen müdürüm de bu süreçte istifa etmiş, dolayısıyla dönebileceğim bir işim kalmamıştı.
Olayın vehametini çok anlayamadığım için bir iki ay gevrek, gevrek dolaştım. Bu esnada da keyfe keder iş arayıp bir yandan da yaz mevsiminin keyfini çıkarıyordum. Hatta çocukluk arkadaşım da (hani birlikte masaj salonunda işe başlayacağımız) sağolsun beni yalnız bırakmayıp istifa etti. Ancak bu kadar kötü gün dostu olunur! Haftalarca ya onda, ya bende yiyip içip yaydırıp keyfe keder iş aradık.
Bir süre sonra aklım başıma geldi. İş başvurularından ne arayan var ne soran vardı! Kriz gerçekmiş!
Artık “keyfe kederin”, keyfe kısmı tamamlandı ve keder kısmına geçildi. Panik vaziyette iş arıyorum. Olmayacak yerlere iş başvuraları yapıyorum. İstanbul’un en uç noktalarındaki iş yerlerine görüşmeye gidiyorum.
“Çok da uzakmış eviniz”
“Sevisimiz yok.
Ulaşımınız rahat mı?”
(Görüyorsun adresimi çağırma o zaman mülakata! Hem ben mi uzağım? İstanbul’un göbeğinde yaşıyorum ayol! Sensin uzak!)
İçimden böyle geçse de; imanımın gevrediğini çaktırmamaya çalışarak “evet, evet otobüsle ama oturarak geldim” gibi saçma cevaplar veriyorum. Ayakta gelmiş olursam namusuma bir zeval gelip gelmediği ile ilgili konu açılmasın diye önlem! Sanki işe eleman değil de oğullarına gelin arıyorlar... Olsun! Ben kapıyı aralık bırakayım; “işe almazsanız bari oğlunuza alın, bütün birikmiş param suyunu çekti, yardımcı olun” diyeceğim.
Orası burası derken, beş ayın sonunda aklımı başıma topladım. Sadece evime yakın diye hiç aklımın ucundan geçmeyecek; tekstil firmalarına hammadde tedarik eden bir mümessil firmada, çalışmaya başladım. Çok fazla da seçeneğim yoktu zaten.
Eğitimli ve kibar insanların olduğu, 8-9 kişilik küçük bir firmaydı.
Aile gibi olduklarını, çalışanların her biri ile uzun yıllardır birlikte olduklarını, çalışan motivasyonuna inandıkları için kutlamalara önem verdiklerini vs. anlattılar.
İşe başlayıp masamın yanındaki dolabın içini görünce samimi olduklarını anladım. Dolap, dolap değil içki mahseni gibiydi. Zaten dolap demek de yetersiz olur; odanın dörtte biri büyüklüğünde koskocaman bir gömme dolap! İlk gün akşamı bana hoşgeldin demek için saat 5.00 de bilgisayarlar kapandı, içkiler açıldı, şerefeler yapıldı hayırlı olsun dendi.
Sonraki günlerde en fazla bir gün arayla kutlanacak birşeyler hep oldu.; yeni bir iş bağlantısı, bir doğum günü, şirketin kuruluş yıldönümü...
Haftanın en az iki-üç günü şirketten çakırkeyif ayrılıyoruz. Ay sonunda maaş vermeyecekler diye ödüm kopuyor. Hanım kızım; “Söz verdiğimiz maaşı size içki ve kuruyemiş olarak ödedik” Olur mu, olur!
Şirketin danışmanlığını yapan 70-75 yaşlarında pinpon bir Fırat Bey’imiz var. Haftada bir, en fazla iki gün geliyor. Vakti zamanında hatırı sayılır şirketlerde genel müdürlük yapmış, kısa boylu, göbekli, pantolon askılı, pinpon mu pinpon biri Fırat Bey. Ziyaretleri öğle saatlerine denk gelirse, yemekten sonra girişteki deri koltukta bir saat öğlen uykusu yapmakta da sakınca görmüyor.
Pinpon Fırat bir Cuma günü ofise geliyor. Meğer o gün doğum günüymüş. İzzet, ikram her zamankinden zengin. Mumlar üfleniyor. Şerefine kadehler kalkıyor ama ısrarla yaşını söylemiyor. Belli ki konu hassas. Söylese de zaten hep bir ağızdan “ Aaaaaa hiiiiiç göstermiyorsunuz” diyeceğiz. Fıkralar, şakalar, şerefeler... Tonton Fırat kutlamalardan yorgun düşüp yine koltuğunun kenarında kvrılıyor. Artık o koltuğa oturamaz oldum. Sanki adamcağızın yatağına oturuyorum gibi hissediyorum.
Sonraki hafta Pinpon Fırat’tan bana bir mail geliyor. İstanbul dışına çıkacağını, gitmeden önce Sabic işi ile ilgili birkaç konuyu bana aktarması gerektiğini söylüyor. Peki deyip kendisinden haber beklediğimi söylüyorum.
Bir sabah 10.30-11.00 gibi geliyor, işin aşamalarını anlatıyor. Beklentimizi ve gelebilecek farklı cevaplara istinaden bizim stratejimizin ne olması gerektiğini vs. detaylarıyla aktarıyor. Bir şey sormam gerekirse cep telefonundan her zaman arayabileceğimi söylüyor. Teşekkür ediyorum.
“Öğlen yemeğe çıkacak mısın? birlikte gidelim” diyor. “Tabi memnuniyetle” diyorum. “Peki o zaman ben önden gideyim, sen arkadan gel, otoparkta buluşalım. Ofisten birlikte çıkmak uygun olmaz, geçen doğum günü partimde senden hoşlandığımdan şüphelendiler zaten” diyor.
Ne oluyoruz ya! Arada neyi kaçırdım? “Doğum günü partisinde benden hoşlandığından şüphelenmişlermiş!” Ne diyorsun amca? Ortada şüphelenecek bir şey varsa her fırsatta uyumana sebep bir uyku sineği tarafından ısırılıp ısırılmadığın olabilir! “Ben önden gideyim, sen arkadan gel” de ne ya! 40-50 sene öncenin modası bu muymuş?
Güleyim mi? Sinirleneyim mi? Üzüleyim mi? Ulan andropoz! Kendine gel dedem yaşındasın, sana mı kaldım diye dalayım mı? Ne yapayım bilemedim. Ben bunları düşünürken o ofisten çıktı.
Çantamı ve ceketimi aldım, ben de peşinden çıktım. Bazı erkelerin andropozla birlikte testesteron ve zeka seviyesinin paralel olarak azaldığına ve o hallerini, kendilerinin 20’li 30’lu yaşlarına gösterme şansımız olsa, hiç düşünmeden kendilerini vurabileceklerini düşündüm. Bu defa beni bir gülme aldı. Bu manidar davetten çok memnun olduğum fikrine kapılmaması için yanına ulaşmadan bu ruh halinden çıkmam lazım! Bir yandan da bu “romantik!” buluşmamızın içerebileceği diyalogları ve mevzuyu nasıl bertaraf edeceğimi düşünmeye başladım.
Otopark’a ulaştım. Baktım, arabasına binmiş beni bekliyor. Esentepe tarafında güzel bir İtalyan restoranı bildiğini oraya gideceğimizi söyledi.
Arabayla yarım saatten fazla dolaştık ama restoranı bulamadı. En sonunda Profilo AVM’nin içinde bir yere gittik. Aradığı yeri bulamadığı için güveni kırılmış, keyfi kaçmıştı. Mutsuz, mutsuz yemeğini yedi, çok az konuştu.
O heyecan fırtınası buraya kadar mıydı yani? Bitti mi? Aman şahane! Durum, onun için acıklı benim içinse harikaydı! Tam istediğim gibi; aşkımız başlamadan bitti.
Sonrasında ne mi oldu? Bu “happy hours” şirketindeki kariyerim, görüştüğüm firmalardan birinden gelen teklife kadar, yaklaşık 3 hafta kadar sürdü.
Güzel şeyler kısa sürermiş J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder