4 Aralık 2020 Cuma

Nasıl gidiyor sizin orada karantina?

 

Şimdi 2 dalganın 3 evresinin  bilmem hangi aşamasında gerçek sayılarımızla yüzleştik.

 

“Ne kirli çıkısınız, yastık altında ne çok vaka saklamışsınız” diyesiniz gelmedi mi sizin de?

 




İstemesek de bu salgınla, bir şekilde 9 aydır yaşıyoruz ve  kim bilir daha ne kadar sürecek! Evde oturmaktan sıkılıp ölen bir vaka henüz açıklanmadı o yüzden lütfen herkes evinde oturmaya devam etsin. Annemin ben çocukken söylediği lafın  tam  sırası; “ sıkı can iyidir  çıkmaz. “

 

Hani herkes diyor ya, "salgın bitince hiç bir şeyin eskisi olmayacak, dünya dönüşüyor, değişiyor vs". Evet katılıyorum eskisi gibi olmayacak ama farklı bir açıdan!

 

Efendime söyleyeyim, “kendimle yüzleştim, artık plastik tamamen hayatımdan çıktı, arabamı hurdaya çıkardım bisiklet kullanmaya başladım... Karbon ayak izimi azalttım, yoğurdu da evde mayalıyorum, tamam oldum ben”  gibi bir şey değil! Keşke böyle olsaydı.

 

Daha çok salgından  sağ çıkanların, aslında o kadar da sağ  kalamayacağına dair bir öngörü benimkisi.

 

Geçen gün telefonda konuştuğum avukat bir arkadaşım boşanma davalarının ciddi şekilde arttığını söyledi.  Hafta içi, iş sonrasında ve hafta sonları birbirini gören (ya da katlanan) çiftler 7/24  bir arada kalınca evliliğin birbirine katlanmaktan daha fazlasına ihtiyaç duyduğunu görmüş olmalılar.

 

Psikolog olan diğer arkadaşım, son dönemde çift terapisi almak isteyen çiftlerin yok denecek kadar azaldığını söyledi. Demek kurtarmaya değecek bir şey bile bulamıyor, soluğu mahkemede alıyorlar.

Salgın bittiğinde, belki çift terapisi yine de popüler olmayacak ama hepimiz, içimizi açıp, bizi eski ayarlarımıza döndürecek  bir psikologa veya durum daha vahimse, bir psikiyatriste  ihtiyaç duyacağız gibi duruyor.

 

Buyurun size kendimden örnekler vereyim.

 

Zaten ellerini bolca yıkayan bir insan olan ben, artık ellerimin derisi yüzülecek kadar çok yıkıyor ve kolonya ya da dezenfektan kullanıyorum. Eğer alkol ellerimin derisinden kanım karışan bir şey olsaydı ayık bir günüm olmazdı.(En ayık olduğum zamanlarım elime kolonya sürmeyi bıraktığım, uyku zamanı olurdu ki bu da  yaman bir çelişki zaten)

 

Hiç bir zaman ateşli bir dizi izleyicisi olmamış ve olanları da anlayamamıştım. Ama  bu dönemde seyrettiğim dizilerin haddi hesabı yok. Bu arada söylemeden edemeyeceğim “Game of Throne” da John Snow halasıyla yatıyor, kimsenin bundan bahsettiği yok ama onu öldürünce olay oluyor.  Olacak şey değil!

Böylece dizi bağımlısı potansiyelimle yüzleştim. Yeni bölüm, yeni bölüm... titreme geliyor valla!





 

Cuma ve cumartesi akşamları dışarıda yer içer sosyalleşirken, dışarı çıkmadığımız bu sürede hafta içi ve sonu ayrımım kendiliğinden ortadan kalktı. Böyle olunca da  herhangi bir akşam, elimde bir kadehle takılabiliyorum. Bir de evde içince ucuz, daha çok içiyor insan!

 

Benim bilanço şimdilik bir takıntı, iki bağımlılık...

 

Peki siz?

 

Evlenen?

Boşanan?

Çocuk yapan?

Çocuğunu cami avlusuna bırakmak isteyen?

Evcil hayvan sahiplenen?

Evini yeniden dekore eden?

Oyun bağımlısı olan?

Krizi fırsata çevirip diyet ve sporla 36 beden olan?

Ya da tam tersi, kendini yemeğe içmeye vurup kilo alan?

Pişirmekten kendini alamayıp, içinden mutfağın taçsız kraliçesi Emine Beder çıkan?

İnternet alışverişinden kendini alamayan?

 

Sizin listede ne var ne yok?

 

Söylemeden gitmeyeyim; şimdilik hala akşamları içiyorum,  gündüze bağlamadım. Oraya doğru ilerlersem buradan notum olsun herkese, beni Balıklı Rum’a yatırın.  İsmin tatlılığına bakar mısın? “Balıklı Rum” Meyhanesi... İnsanın aklına zeytinyağlı mezeler ve bir duble rakı gelmiyor mu?




20 Mart 2020 Cuma

Olaya “Corona” süsü veririz

Çok korkuyorum ama virüsten değil.

Üst komşularım birbirini kesecek. Çığlıklar bağırışlar kavgalar… Anne baba ve 2 çocuk 4 gündür topyekun evdeler.
Tabi ki sadece benim komşularım değil, çocuklu tüm aileler şimdiden benzer bir durumda.
Daha “evden çıkmama gayretlerinin” ilk haftası bile dolmadan hem de…

Uzun yolculuklardaki tuvalet molalarındaki, kapı önü masasında görmeye alıştığımız  kolonya, bu krizin divası oldu.
Meğerse yıllarca eski nesil eve gelene kolonya ikram ederken aslında bildiğin bir dezenfekte işlemi yapıyormuş. İkram falan değilmiş, yanındaki çikolata, veya kahve dezenfektasyonun kamuflajıymış sadece. Hatırlayan, hatırlar, küçük çocukların da kafaya dökülürdü. Bu da bit, pire varsa ölsün diyeydi herhalde! Ömrümüz yeter de büyük bir “bit veya pire salgınına” tanık olursak,  ilaç kalmaz , sular kesilir, sabun biter falan böylece  kolonyanın bu faydasını da öğreniriz….
Demedi demeyin!


Son iki haftadır  tamamen evden çalışıyorum. Ancak kriz öncesinde de haftada 1-2 gün zaten evden çalışma şansına sahip ve bu terbiyeye alışkın biriyim.
Ama alışkın olmayana kolay olmadığını anlıyorum. Normalde  Müge Anlı’nın yayın yaptığı saatlerde ofiste olan biz kurumsal hayat insanları, eve yollanınca, o kumandaları şeytan dolduruyor.
Yaaa göz ucuyla baksak  ne olurr yaaa… durumu başlıyor!
İtiraz etmeyin! Biliyorum başlıyor işte 😊

Başta Whatsup, sonra Twitter, Instagram internet haberleri derken şirketten gelen COVID bildirimleriyle  yüksek doz seviyesini çoktan geçtim

Ülke, ülke ;
Kim ne kadar  resmi hasta bildirimde bulundu, 
Kaç kayıp var,
Kim sınırları  kapadı,
Kim toplu taşımı durdurdu,
Kim hava alanı tamamen veya kısmen kapadı biliyorum
Vallahi biliyorum, sorun söyleyeyim!

Hiç borsa takip etmedim ama  bundan daha fazla stres ve ve anlık değişiklik barındıracağını düşünmüyorum.
Krizden hayırlısı ile çıkalım,  ateşli borsa yatırımcısı formatına şerbetliyiz artık yatırım yapacak parayı da bulunca, bizi kimse durduramaz.
Zaten bu ruh hali de kolayca ortadan kalkamaz, stresi yüksek bir şeyleri anlık takip etmenin yoksunluk duygusunu yaşamamak için yerine  bir şey koymalı!

Her şey mi boktan? Değil tabi ki; yıllar yılı başına her türlü felaket gelmiş olan biz Türkler, pek çok krizde yaptığımız gibi espri gücümüzü, kalkan ettik kendimize.


Capsler, karikatürler, videolar fıkralar, twitlerle  ortalık yıkılıyor. Virüsten değilse de,  gülmekten öleceğiz.
Hele Whatsup nehir oldu akıyor adeta;  makaleler, videolar ve güncel haber paylaşımlarını okumaya yetemiyor, yetişemiyorum… Ama birileri hepsini okuyabiliyorsa, COVID bilgesi olarak çıkıp bu dünyayı kurtarabilir, ümitliyim!


Bana gelince, gündüz ev ofis (home office),  akşamları süpermarket ve açık hava yürüyüşü için mahalledeki park üçgeninde geçiyor günlerim.
Bermuda şeytan üçgenim 😊
Şimdilik şikayetim yok, eşimle birbirimizi kesecek durumda da değiliz henüz ama durum uzar, sinirler iyice gerilirse, ne olur bilinmez.

Birbirimize ölümüne girişip, bir kayıp yaşarsak da olaya  “Corona” süsü veririz.


2 Mart 2020 Pazartesi

8 Mart Dünya Kadınlar ( indirim) Günü



Reklam filmleri hayal ediyorum (hiç çekilmemiş)...

Eve setten yorgun argın gelen Gülse Birsel’i eşi Murat Birsel’in karşıladığı ve ne zamandır en sevdiği gömleğindeki çıkmayan lekenin yeni deterjan “X” ile nasıl çıktığını heyecanla anlattığını…
Heykel atölyesinden dönen Arzum Onan’ı, eşi Mehmet Aslantuğ’un ”Y” marka bulgurla yaptığı, nefis bulgur pilavıyla karşıladığı ve hazırladığı masada afiyetle yediklerini…
Yeni baba olan Ali Şan, oğlunun altını (burnunu tuta tuta) değiştirirken, kullandığı bebek bezi markasından ‘nasıl da memnun olduğunu ‘ anlattığı  ve  tüm yeni anne babalara tavsiye ettiğini…

Veya Kemal’in, babalar gününde babası Cem'e (Yılmaz) aldığı “Z” marka elektrik süpürgesi ile mutluluktan havalara uçan bir Cem Yılmaz hayal ediyorum.


Dizi filmler düşlüyorum (düşlemeye bile çekinilmiş)…

Şirket sahibi güçlü kadınlar ve onlara entrikalar kurmaya çalışan erkekler düşlüyorum. Bu entrikalarla şirketi ele geçirmek ya da batırmak isteyen erkekler… Arada kim vurduya gidecekken, güçlü kadınların kol kanat gerdiği, gencecik, çıtır pıtır, korumasız masum erkekler…
Dedikodunun, fitnenin, fücurun dibine vuran erkeklerin, aklı selim, güçlü ve bilge kadınların olduğu senaryolar…

Herşey ters yüz olsun istiyorum yani!

Ters yüz olsun ki; bebek bakmanın, yemek yapmanın, ev temizlemenin sorumluluğunun, kadın kadar erkeğin de olduğunu ve bunun normalleştiğini görelim.

Erkeklerin de kadınlar kadar dedikoducu ve entrikacı olabildiğini, kadın erkek ayırmadan karanlık tarafın hepimizin içinde olduğunu anlayalım (madem insanlar filmlerde  entrika seviyor verelim tabi ama kötü rolleri eşit dağıtalım)

İşte böylece  başlar eşitlik, toplum değişir, toplum dönüşür.

Olur mu olur!

Olsa da ne güzel olur!

Sonra varsın, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü  indirim çılgınlığına indirgesinler, vallahi mağazalara en önden ben koşarım!

2 Şubat 2020 Pazar

Zararım kendime kime ne, kime ne


Dünya 4,5 milyar yıl yaşında, tam 4,5 milyar!

İnsanın atası diye kabul edilen Homo Saphien ise  200.000 yıldır dünya üzerinde; yani biz!
Dünyanın yaşıyla, gezegendeki varlığımızın süresine bakınca, çok yakın ve çok kısacık bir tarihinin parçası olduğumuzu anlamak zor değil.

200.000 yıl,  ortalama 75-80 yıllık ömrümüzü (ki eskiden çok daha kısa olduğunu biliyoruz)  düşündüğümüzde  aklımızı zorlayacak kadar da uzun!  80 yıl yaşadığımız varsayımından ilerlersek bu gezegen en az  2500 nesildir insana ev sahipliği yapıyor.

“Ne  demeye çalışıyorsun bacım bu rakamlarla  sadede gel” dediğinizi duyuyor gibiyim.

Şimdi geliyorum;

Sadet şu, 200.000 yıldır dünya üzerindeki insan, son 70-80 yılda dünyayı kendisi için yaşanamaz bir yer haline getirme konusunda büyük bir depar attı.

Sadet şu; dünya bizden önce vardı ve bizden sonra olmaya da devam edecek. Gezegenimize yaptığımız onlarca kötü şey, 4,5 milyar yaşındaki dünyaya  en fazla bir çizik atar kanatır, daha fazlasını yapamaz! Dünya onda açtığımız yaraları  100 senede,  olmadı  500 senede,  daha da olmadı 1000 senede sarar. 4,5 milyar yıl yaşında olan bir gezegen için 1000 sene nedir ki!

Yok küresel ısınmaymış, artan plastik tüketimiymiş, fosil yakıtlarmış, şuymuş buymuş… Her gün, iç karartan bin bir tane felaket haberi…



Anlamıyor, öğrenmiyor ve ders almıyoruz.

Dünyanın bize değil, bizim ona ihtiyaç duyduğumuzu algılayamıyoruzZarar verdiğimiz şeyin, dünyadan önce, kendi yaşam koşullarımız olduğunu görmüyoruz

Eee madem öyle bırakın artık! İçimizi şişirmeyin.

Şurada, şanslıysak ortalamada hepi topu 70-80 yıl yaşayacağız, onu da bırakınız bu korku senaryoları gölgesinde değil , ağız tadıyla yaşayalım.

Hem belki binlerce yıl sonra, nesli tükenen dinozorlar gibi, insan da geleceğin akıllı canlıları tarafından, fosil-bilimin sayfalarındaki tarihi yerini  alır.



Ve bize bakıp  “kendi sonlarını bizzat kendileri getirmiş olduklarından, zeki olduklarını düşünmediğimiz, bir de ‘insan türü’ geçmiş derler!

12 Ocak 2020 Pazar

Bu Koçluk da Benden Olsun!


80’li yıllarda geçen çocukluğumda kimsin, kimlerdensin sorusuna cevaben anne babanı söylemen yeterliydi. O zamanlar hangi aileden geldiğin, hangi evde yaşadığın, seni sen yapan unsurları ve kim olduğun ile ilgili temel bilgiyi ortaya koymaya yetiyordu.
Ama bugünlerde hiç öyle değil! “Kimsin” sorusu kendi başına bir kimlik kazandı ve soruyu da usulünce soranlar meslek !! sahibi oldu.

Kimim ben
Kendimi ne kadar tanıyorum
Kendimi nasıl tanımlıyorum
Potansiyelim nedir
Kendi içime ne kadar dönüyorum
Kendimi kabul ediyor muyum
Dünyayı sağlıklı algılıyor muyum
Hayatımın amacı ne
Mutlu muyum değil miyim
daha belki onlarcası…

Çığ gibi büyüyen  “kişisel gelişim”, hayat koçluğu, mutluluk liderliği” gibi, hayatımıza giren yeni mesleklerle,  bu soruların ve  “içimize dönmemizin!” “altın çağındayız.  Sosyal medyada, hasbelkader bir kişisel gelişim uzman veya hayat koçunu takibe başladığınızda,  sponsor linklerle karşınıza çıkan diğer onlarcasının üstünüze yıkılması işten bile değil!


Bizi içimize doğru bir yolculuğa çıkaran birer tur şirketi gibiler “ nakit ödersek indirim yapanlar, erken rezervasyon isteyenler, bir kez katıldığında, çevrendekileri de davete zorlayan bir saadet zinciri gibi çalışanlar…

Nasıl ve ne zaman buraya geldik?

Kendi kendimize mutlu mesut yaşarken 2000’li yılların başında  “biri bizi gözetliyor” ile başlayıp, devam eden yıllarda  facebook, twitter ve instagramla beraber “ ya ne olur biri de bizi gözetlesin” diye devam eden trend, kendimizden çok başkaları ile ilgilenmeye yöneltti bizi.  Kim, nerede, kiminle, ne yer, nerede gezer… diye  diye bakınırken kendimizi mi ıskaladık? Tam da bu noktada, bu  aşırı doz ‘dışsallaşmamıza’ ve beraberinde getirdiği tatminsizliğe, mutsuzluğa ve değersiz hissetmeye panzehir gibi, bu içselleşme serüveni mi çıktı?

İstikametin  “ kendi içimiz olduğu bu yolculukta, nasıl birden fazla kişiyle aynı araçta seyahat edebilirdik? Ya yanlışlıkla kendi yerimize yanımızdakinin içine yolculuk edersek ne yapacaktık?

Aralarında, kendilerini ifade etme şekli, deneyimleri ve başardıkları ile ilham veren  insanlar var. Onları dinlerken heyecanlanmak, harekete geçmek için istek duymak zor değil…  Peki ya sonra? Her daim bizi harekere geçirmek için, yönümüzü tarif etmek için yanımızda mı  olacaklar? Öyle ise bu  nasıl  kendi yolculuğumuz veya  kendi istikametimiz olabilecek?

Kabul ediyorum ki tüm yönlerimizin farkına vararak yaşamak bir sanat ve  her zaman bunu tek başımıza yapabilme yetkinliğinde değiliz.  İşte tam bu yüzden insan ruhuna bilimle yaklaşan psikologlar yok mu?

Ve sevgili psikologlar size de  sesleniyorum;  “neredesiniz?” Neden sahneyi bu kadar boş bıraktınız? Lütfen gelin, sizden çalınan rolü geri alın. Bizi kurda kuşa yem etmeyin!

Bu yazı da, siz psikologlara  ilham olsun, motivasyon olsun ! Yaman bir çelişki bile olsa, bu koçluk da benden olsun 😊