19 Ekim 2013 Cumartesi

Aman doktor canım cicim doktor...


Doktoru, hastaneyi, ilaçları sevmem. İlaç yutabilmeyi öğrenmem lise yıllarıma denk gelir. Her ilacın şurup versiyonu da yok tabi bu süreçte hasta olduğum zamanlarda anneme ve babama yutamadığım haplardan dolayı dünyayı dar etmişliğim az değil.
Hastanede yatan; eş, dost, akraba ziyaretlerim sırasında bayılıp ortalığı karıştırmışlığım da mevcut. Hem de birkaç kez.

Daha 4 -5 yaşlarımda, geçirdiğim bir hastalık için popodan olmam gereken 6-7 iğneden, 2. si sonrasında kurtardırğımı hatırlıyorum. Eve gelen hemşire kadının anneme “çocuğunuz kendini o kadar kasıyor ki, iğne kırılıp poposunda kalacak” dediğini dün gibi hatırlarım. Bunun üzerine iğnelerin devamı yapılmadı. Bu başarımı sessizce kendi kendime kutlamış, yıllar yılı da ekmeğini yemiştim. Yani iğne gerektiren tedavilere hep alternatif yaratmayı dolaylı olsa da başarmıştım. Daha o küçücük yaşımdan beri sıkı,  taş gibi kalçalara sahip olmanın avantajını iyi bilirim J

Buz gibi stetoskopları sırtıma  yapıştırıp “derin nefes al-ver, al-ver çocuğum” diyen doktorlara, hani ani bir hamle yapıldığında “hay ananı...” diye küfür eden tikli adamlar gibi dümdüz gitmek isterdim. Erkek adam arkadan saldırır mı? Bu yetmezmiş gibi “şimdi öksür yavrum “ diyerek zaten öksürmekten dışıma çıkmış içimi, zorlamaya devam ederlerdi.
Onca yıl okumuşsun  öksürtmeden anla bunun çaresini! Nedir yani, hastalıktan hastalığa öksürüğün tınısı mı değişiyor? Bundan mı ayırt ediliyor hastalıklar? Doktor dediğimiz bu mudur?

İlkokul yıllarımda, çürüyen bir dişimi çekerken kökünün kırılıp içeride kalmasına sebep olan bir diş doktoru yüzünden uzun süre dişçiye gitmemiş ve o çürük kökü yıllarca ağzımda gezdirmiştim. Bugün görüyorum ki dünyanın sonu değilmiş! Az diş hekimli hayatım ve inci gibi dişlerimle yaşayıp gidiyorum işte.

Üniversitede okurken 2 yıl boyunca  aynı evi paylaştığım doktor kuzenime, ne vakit bir rahatsızlığımı ya da sıkıntımı söylesem “Psikolojiktir yaaa! Takmaaa geçeer” diye beni savuşturdu. Şimdi ara sıra babamı götürüyorum ona, amcası  ya, ona böyle yapamıyor! Çifte standartlı, samimiyetsiz, pis şey! Böyle tiplere güvenip canımızı emanet ediyoruz J

Renkli insanlar aslında, hepsinin doktorluk dışında hobileri var. Otomobil yarışlarına katılan, aktörlük yapan, gitar veya herhangi bir müzik aleti  çalan, şarkı söyleyen hatta bu işi doktorluktan daha iyi yaptığına karar verip sadece bu alana yönelen doktorlar biliyorum ( siz de biliyorsunuz). Sosyal hayatta bir giderleri var yani... Bana öyle geliyor ki yaptıkları iş onlara sıkıcı geliyor.

İşte bu kadar doktor seven ben, son 2 ay içinde çeşitli sebeplerden 4 kez doktora gitmek durumunda kaldım. Sırasıyla; diş hekimi, cilt doktoru, jinekolog ve göz doktoru. Bünyeme bu kısa zaman dilimde bu doktor sayısı fazla geldi... Fazlasını da yazarak dışarı atıyorum.

Sırayla gittiğim doktorları kısaca anlatacağım.

Diş hekimine, diş taşlarımı ve lekeleri temizletmek için gittim. “Ooo dişleriniz pırıl, pırıl; tartar yok gibi leke de çok az, biz neler görüyoruz” deyip neredeyse aynı taşlar ve lekelerle 120 liramı alıp beni geri yolladı. Bu da sanırım uzmanından iltifat etme ücretiydi.

Cilt doktoruna dizimin biraz üzerinde beliren toplu iğne başı büyüklüğünde sertliğin ne olduğunu anlamak için gittim.  Randevu almaya çalıştığım hastanedeki tek cilt doktoru, profesör bir kadınmış. Peki madem deyip randevumu aldım. Dizimin üzerindeki sertlik görüntü itibariyle siğil değil, et beni değil, yağ bezesi değil! Ama ne?  Doktor da anlamadı. Fakat korkacak bir şey yokmuş. Geçmiş olsun diyerek beni uğurladı. Bunu para istemeyen annem de söylemişti oysa ki!

Jinekolog randevusu, rutin kontroller içindi yani sataşacak bir şey bulamıyorum.

Bir sabah gözlerim kanlanmış ve şişmiş bir şekilde uyandım. 2-3 gün Tobrased kullandım ama geçmiyor, doktora gittim. Doktorun odasına girdiğimde kızıyla telefondaki kavgasının sonlarındaydı. Kavgada son vuruşunu yaptı ve telefonu kapatıp bana hoşgeldiniz diyerek yer gösterdi. Sonra “aaaa gözleriniz kanlanmış” dedi. Yapma yaa! Sanki evine çaya gittiğim Ayşe Teyze bana yavrum gözlerin kızarmış diyor. Bunun için geldik ya işte! Toparlandı, şikayetiniz bu herhalde deyip muayene edeceği koltuğu gösterdi. O sırada gribal bir hastalık geçirip geçirmediğimi sordu “hayır” dedim. Genel bir salgın olduğunu ve gözümdeki hastalığın mikrobik olabileceğini söyleyip 2 farklı marka damla yazdı, “evde de havlularınızı ayırın” deyip beni uğurladı. Evdeki havluları ayırmak aklıma gelmediği için doktorun yanından vicdan azabıyla ayrıldım. İlaçlar 1-2 gün içinde etkisini gösterdi ve düzeldim. Aynı havluları kullandığımız ev halkı bir kaç gün takibimde kaldı ancak ya domuz gibi sağlamdılar ya da gözümdeki hastalık mikrobik değildi. Onlara hiç bir şey olmadı.


Bunlar yetmiyormuş gibi geçen hafta bir de besin zehirlenmesi geçirdim.  Doktora gitmeyeceğim diye inat edip evde ‘kendi imkanlarımla’ kusup iyileşmeye çalıştım. O gün bitki gibi dolaşıp sadece çorba ile beslendim. Takip eden gün ise su böreğinden başlayıp gün sonunu bir kebapçıda,  fındık lahmacunlu dönerli bir akşam yemeğinde noktaladım. Yani bir gün rötarla vücudun kaybettiği enerjiyi tekrar kazandıracak ana besin maddelerime geri döndüm. Doktora gitsem, serumla başlayan menü, haşlanmış patatesler, pirinç lapalarıyla kim bilir kaç gün sürecekti.


Görüldüğü gibi doktorlara saracak kadar canım da keyfim de yerinde şimdi. İnsan biraz kendinin doktoru olmalı değil mi? Kimisine serum iyi gelir, kimisine fındık lahmacun... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder