1 Mayıs 2021 Cumartesi

Kim bilir belki Time dergisinin bir seçmesinde Sheakspeare’i geçer, birinci olurum!


Birkaç hafta sonudur yazmakla ilgili online bir atölye programına katılıyorum.

 

Ama korkmayın eğitim sonunda Balzac ya da Kemalettin Tuğcu olup sizi yazdıklarımla üzmeyeceğim. En başından beri amacım, yazdıklarımı okurken siz, yüzlerinize  bir tebessüm yerleşmesi!

 

 

Şimdi sizinle dünya tatlısı  hocamızın  25 yıllık eğitim hayatından damıtıp bize 6 hafta sonu boyunca anlattıklarının özetini paylaşıyorum...

Yani bi nevi iki kere distile! 

 

İşte özetim;

 

  1. Öncelikle yazmak ya da daha iyi yazmak için, önce daha iyi bir okuyucu/izleyici olmak gerek. Yani bu ne demek; bir hikayede ya da izlediğimiz şeyde; konu, olaylar, mekanlar, insanlar ne şekilde ve nasıl birbiri ile bağlı bunu anlamaya çalışarak izlemek veya okumak. Gerekirse sevdiklerimizi tekrar tekrar okumak veya izlemek. Mesela izlediğiniz bir filmde, ilk sahnelerde gözüken bir tabanca varsa bu ileriki sahnelerde patlayacaktır meselesi var ya (hani hepimizin çok iyi bildiği), işte  bu aslında hikayenin her yerinde pek çok farklı şekilde var! Yani iyi ve akıllı kurgulanmış hikayede her şey ve her sey akıllı bir şekilde birbirine bağlı, sıralı ve hiç biri tesadüfen orada değiller (olmamalılar!).

 

 

  1. Yazdıklarımızı  okuyup tekrar yazmak ve tekrar yazmak! Ta ki en iyi versiyonuna  ulaşıncaya kadar... Bunu örneklemeye gerek yok sanırım. Gözden geçirilmiş. 3., 4. veya  5. baski  vb gibi basılı pek çok kitap ve eser görüyoruz. Hem de  kelli felli yazarların kitapları bunlar... Yani o zaman; her zaman biraz daha iyisi   olabiliyor!

 

 

  1. Ve konular! Yazılmış milyonlarca eser düşünüldüğünde artık orijinal ve hiç yazılmamış bir konu da kalmamış! Zaten epi topu 38 farklı konu varmış bu hayatta! Enteresan değil mi, sadece 38! Bu durumda anlatılandan çok,  nasıl anlatıldığı yaratıyor farkı! Yani hikayelerin/senaryoların birbirine nasıl benzediği değil, nasıl farklılaştığı mühim! Anna Karenina ve Madam Bovary’i düşünelim. Her ikisi en basit haliyle kocasını aldatan mutsuz kadın hikayesi... Ve her ikisi de intihar ederek ölüyor. Anna Karanina’yı  Tolstoy 1873 de yazıyor, Madam Bovary ise Flaubert tarafından 1856 yaziliyor... Tolstoy hikayeyi arakladı diyebilir miyiz?

 

 

Biz desek bile, bakın otoriteler konuyla ilgili nasıl bir yorum yapmışlar: “Time dergisi tarafından 2007 yılında açıklanan, dünyanın en ünlü yazarlarına göre "Tüm Zamanların En İyi On Kitabı" listesinde, Madam Bovary, Anna Karenina romanının ardından ikinci seçilmiş.”  Eğer bir araklama varsa bile süper araklanmış ve aslının önüne geçmiş.

 



Peki ya Aslan Kral Hikayesi  Sheakspeare’in Hamlet’inin ormana taşınmış hali gibi gelmiyor mu böyle düşününce? Ya da 3 Domuzcuk  ve Kırmızı Başlıklı Kız masallarındaki  hain kurda karşı verilen mücadele çok benzer değil mi?

 

Düşünmeye başladığınızda kendi örneklerinizi arttıracağınızdan eminim.

 

Ama uzatmadan sadede geliyorum ve diyorum ki;  benden çok şey beklemeyin! Bazen konularım başkalarının konularına benzeyebilir kendini tekrar edebilir ve hatta kopya bile olabilir! Olgunlukla karşılayın, kınamayın yargılamayın! Ne anlattığıma değil, nasıl anlattığıma odaklanın. Minareyi çalanın kılıfını hazırlaması gibi bu yazıyi da benim gelecekteki potansiyel hırsızlıklarıma karşı kılıf yazım olarak düşünün!

 

Belki birgün Hamlet’ i bilinmeyen bir gezegende ve ne idüğü belirsiz  yaratıklar arasında geçen bir oyun olarak al baştan yazar ve büyük başarı kazanırım. Belli mi olur Time dergisinin bir başka seçmesinde Sheakspeare’in önüne geçer, birinci bile seçilebilirim!

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder