10 Aralık 2021 Cuma

Benden Deve Olur mu?


Suudilerin düzenlediği deve güzellik yarışmasında 40’ı aşkın deve botox uygulandığının tespit edilmesi gerekçesiyle diskalifiye edilmiş.

 

Develer için yarışma yapılması mı skandal, develere botox yaptıracak kadar insanların kendinden geçmesi mi, yoksa bu sebeple 40 devenin diskalifiye olması mı diye düşünürken yarışma birincisinin, 66 milyon $ ödül alacağını duyunca hemen toparladım kendimi.


Aynaya baktım, gerekli estetik müdahalelerle bir deveye dönüşür müydüm, dönüşürsem bir şansım olabilir miydi diye!


Yarışmada 1. olup ödülü almak, sonra gerekirse yeni bir ameliyatla tekrar kendim olmak!  Ya da ne bileyim başka hatırı sayılır ödüllü bir hayvan güzellik yarışması varsa ona  yatırım yapmak!

 

Karakter kısmına adapte olmam zor olmaz! Mesela , inat etme kapasitemle, develerle  duygu ortaklığı kurabileceğime inancım tam! Hem onlar  gibi dayanıklı ve dirayetli de sayabilirim kendimi...

Tek hörgüç mü, çift hörgüç mü karar verip bir de ameliyatı yapacak doktoru buldum mu, bu iş tamamdır! Gerçi boyumu posumu  düşününce yarışmaya ancak  bir nevi Midilli devesi (Midilli atı gibi)  olarak katılabilirdim herhalde!

 

Haberi ve ödülü duyanların bir kısmının bunu aklından geçirmiş olabileceğini ve fikren bile olsa bu konudaki tek marjinal olmadığımı  ümit ediyorum.




 

Hayallerim marjinal de olsa, kendi rızamla estetik yaptırmak ve kendi rızamla bir güzellik yarışmasına katılmak fikri, hiç bir şeyden haberi olmayan bu zararsız canlıların, insanların hırslarına alet edilip, bir de üstüne botoxlanmaları gerçeğinden daha kötü veya daha marjinal olamaz herhalde!

 

İnsanların birbirine dayattığı gençlik ve güzellik yarışının hayvanlara kadar bulaştırılması ve çılgınlığın boyutları  sabah dinlediğim bu haberle beni kifayetsiz bıraktı.

 

Dileğim; yıllar sonra bir gün “biz çocukken buralar hep dutluktu” özlemine benzer bir duyguya ulaşır, artık nadir bulunan, doğallığın ve orijinalliğin kıymetini bilmeye ve onu koruyup özen göstermeye başlarız.





 

Merak edenlere haberin tamamı linkte;

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59607726

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Kedi Dostumun Ardından


Dembaba’m, Dembişim,  Çirkin Kralım, Demba İçigüzel’im,  Dembişkom, Ağır Abi’m, Perküsyon Usta’m ve Sıvı Kedi’mdin sen benim….

Azminle , olgunluğunla, hiç vazgeçmeyen sakin gücünle, hayatımıza girdin!  Hep denedin! Camdan, kapıdan, mutfaktan her yerden kovduk! Her yerden,  tekrar- tekrar denedin, denedin… Hiç vazgeçmedin ve iyi ki geçmedin! 


Aramızda oluşacak o inatçı, o kocaman sevgiyi sen, benden önce gördün.

 

Zorla kedimiz oldun! 8 sene, önce suyla kovmaya çalıştığımız sen, bugün gitmenle koskocaman bir boşluk ve kalp acısı bıraktın.

 

Ne zaman bir şeyleri deneyip başarısız olsam, hep seni getirdim aklıma. Sonra tekrar denemeye devam ettim. Aynı senden öğrendiğim gibi “ ta ki o olmayan şey, oluncaya kadar”.

 

Önemli olan şeyin ruh güzelliği olduğunu öğrettin. İşte bu yüzden soy ismi olan tek kedimizdin sen Demba “ Demba İçigüzel”




 

Geldiğini veya gideceğini haber veren, pencerede patilerinle yaptığın perküsyonun,

Yürüş yaparken yoluma çıkıp yatmaların,   

Minik patilerinle karnıma yaptığın masajların,

Otoparkta benimle her karşılaştığında gösterdiğin mutluluk ve heyecanın,

Minicik,  kutuları sepetleri bir sıvıdan yapılmışcasına dolduruşların,

Diğer tüm kediler lazer ışığı yakalamaya  çalışırken gösterdiğin mesafeli ve ilgisiz tavrın,

Yanyana kıvrılıp bir yap-boz’un birbirini tamamlayan  iki parçası gibi uyuklamalarımız,  aklımdan hiç ama hiç gitmeyecek...



 


Seninle yaşamaktan ve senin insanın olmaktan gurur duydum.

 

Öldüğümüzde ne olduğunu bilmiyorum. Ruh var mı? Başka bir bedende devam ediyor mu hayat yolculuğumuz? Hiç birinden emin değilim!

 

Emin olduğum tek şey;  ben yaşadığım sürece seni sevmeye ve hatırlamaya devam edeceğim sevgili Demba’m.


14.08.2021 İstanbul

 

5 Temmuz 2021 Pazartesi

“Süpermen gibi donumuzu dışımıza giyip” rest çekelim!

 Eski bir iPhone’dan yeni bir iPhone’a data aktardınız mı yakın zamanda?

 

Ben yaptım.

 

Kendimi küçük çaplı bir bilim kurgu filminin içinde hissettim.

 

Her iki cihazı sadece yan yana koymanız ve gaz ve toz bulutuna benzeyen ekran görüntüsünü birinden diğerine karekod okuturcasına okutmanız, kopyalamayı başlatmak için yeterli!

 


Sonra gidin kendinize içecek bir şey alın, arkanıza yaslanın ve kendinizce önemli bulduğunuz tüm şifrelerinizin size gerek kalmaksızın, yeni telefon ya da iPad’inize eksiksiz bir şekilde aktarılmasının keyfini sürün.

Ya da benim gibi dehşete düşün!

 

Wi-fi şifrenizden başlayarak hepsi ama hepsi bir bir ve eksiksiz bir şekilde yeni telefonda işlerlik kazansın.

 

Sonra öyle ilkel parmak izlerine  falan gerek  kalmadan, yüz tanıma ile tanımlayacağınız şifrenizi (yani yüzünüzü kaydederek)   “vay anasını!” deyip, kullanmaya başlayın!

Bu arada, eğer yüzünüzde temel bir değişiklik yaratacak bir estetik ameliyat planlıyorsanız bence iPhone’nuzu yenilemeden önce yaptırın. Çünkü her şifrenizi bilse bile, oldu ki telefonu açmak istediğiniz esnada tesadüfen esnerseniz  falan sizi tanımıyor ve açmıyor kendini...

Zaten iPhone almaya paramız yetiyorsa, estetik ameliyatlara da haydi haydi yeter.

 

Ne mi yapıyorum burada!  tabi ki iPhone reklamı değil. Çoğunuz zaten benden önce benzer bir şey deneyimledi ve neden bahsettiğimi biliyor. Ben sadece,  sevgili şirketim değiştirmeye karar verdiği sürece yeni  bir telefona sahip oluyorum, o kadar!

Yaptığım şey;  tüm o “Görevimiz Tehlike” gibi filmlerde gördüğümüz “çaktırmadan bilgi kopyalayıp, sırların, gizlerin çalındığı durumların” artık benim gibi vatandaş seviyesine de inmiş olduğunu anlatmak!  Sadece akılı bir telefon ile şahit olabildiğimiz bu teknolojinin, gizli servislerde, haber alma teşkilatlarında feriştahının kullanıldığı düşünmemek saflık olur.

 

İstesek de artık gizlimiz saklımız yok!  Birileri gerek görürse deyim yerindeyse; “donumuzun rengine kadar ifşa olmak” çocuk oyuncağı ve an meselesi olur.

 

Öyleyse ne mi yapalım?

 

Bence el bize döndüğünde “Süpermen gibi donumuzu  dışımıza giyip” rest çekelim!




1 Mayıs 2021 Cumartesi

Kim bilir belki Time dergisinin bir seçmesinde Sheakspeare’i geçer, birinci olurum!


Birkaç hafta sonudur yazmakla ilgili online bir atölye programına katılıyorum.

 

Ama korkmayın eğitim sonunda Balzac ya da Kemalettin Tuğcu olup sizi yazdıklarımla üzmeyeceğim. En başından beri amacım, yazdıklarımı okurken siz, yüzlerinize  bir tebessüm yerleşmesi!

 

 

Şimdi sizinle dünya tatlısı  hocamızın  25 yıllık eğitim hayatından damıtıp bize 6 hafta sonu boyunca anlattıklarının özetini paylaşıyorum...

Yani bi nevi iki kere distile! 

 

İşte özetim;

 

  1. Öncelikle yazmak ya da daha iyi yazmak için, önce daha iyi bir okuyucu/izleyici olmak gerek. Yani bu ne demek; bir hikayede ya da izlediğimiz şeyde; konu, olaylar, mekanlar, insanlar ne şekilde ve nasıl birbiri ile bağlı bunu anlamaya çalışarak izlemek veya okumak. Gerekirse sevdiklerimizi tekrar tekrar okumak veya izlemek. Mesela izlediğiniz bir filmde, ilk sahnelerde gözüken bir tabanca varsa bu ileriki sahnelerde patlayacaktır meselesi var ya (hani hepimizin çok iyi bildiği), işte  bu aslında hikayenin her yerinde pek çok farklı şekilde var! Yani iyi ve akıllı kurgulanmış hikayede her şey ve her sey akıllı bir şekilde birbirine bağlı, sıralı ve hiç biri tesadüfen orada değiller (olmamalılar!).

 

 

  1. Yazdıklarımızı  okuyup tekrar yazmak ve tekrar yazmak! Ta ki en iyi versiyonuna  ulaşıncaya kadar... Bunu örneklemeye gerek yok sanırım. Gözden geçirilmiş. 3., 4. veya  5. baski  vb gibi basılı pek çok kitap ve eser görüyoruz. Hem de  kelli felli yazarların kitapları bunlar... Yani o zaman; her zaman biraz daha iyisi   olabiliyor!

 

 

  1. Ve konular! Yazılmış milyonlarca eser düşünüldüğünde artık orijinal ve hiç yazılmamış bir konu da kalmamış! Zaten epi topu 38 farklı konu varmış bu hayatta! Enteresan değil mi, sadece 38! Bu durumda anlatılandan çok,  nasıl anlatıldığı yaratıyor farkı! Yani hikayelerin/senaryoların birbirine nasıl benzediği değil, nasıl farklılaştığı mühim! Anna Karenina ve Madam Bovary’i düşünelim. Her ikisi en basit haliyle kocasını aldatan mutsuz kadın hikayesi... Ve her ikisi de intihar ederek ölüyor. Anna Karanina’yı  Tolstoy 1873 de yazıyor, Madam Bovary ise Flaubert tarafından 1856 yaziliyor... Tolstoy hikayeyi arakladı diyebilir miyiz?

 

 

Biz desek bile, bakın otoriteler konuyla ilgili nasıl bir yorum yapmışlar: “Time dergisi tarafından 2007 yılında açıklanan, dünyanın en ünlü yazarlarına göre "Tüm Zamanların En İyi On Kitabı" listesinde, Madam Bovary, Anna Karenina romanının ardından ikinci seçilmiş.”  Eğer bir araklama varsa bile süper araklanmış ve aslının önüne geçmiş.

 



Peki ya Aslan Kral Hikayesi  Sheakspeare’in Hamlet’inin ormana taşınmış hali gibi gelmiyor mu böyle düşününce? Ya da 3 Domuzcuk  ve Kırmızı Başlıklı Kız masallarındaki  hain kurda karşı verilen mücadele çok benzer değil mi?

 

Düşünmeye başladığınızda kendi örneklerinizi arttıracağınızdan eminim.

 

Ama uzatmadan sadede geliyorum ve diyorum ki;  benden çok şey beklemeyin! Bazen konularım başkalarının konularına benzeyebilir kendini tekrar edebilir ve hatta kopya bile olabilir! Olgunlukla karşılayın, kınamayın yargılamayın! Ne anlattığıma değil, nasıl anlattığıma odaklanın. Minareyi çalanın kılıfını hazırlaması gibi bu yazıyi da benim gelecekteki potansiyel hırsızlıklarıma karşı kılıf yazım olarak düşünün!

 

Belki birgün Hamlet’ i bilinmeyen bir gezegende ve ne idüğü belirsiz  yaratıklar arasında geçen bir oyun olarak al baştan yazar ve büyük başarı kazanırım. Belli mi olur Time dergisinin bir başka seçmesinde Sheakspeare’in önüne geçer, birinci bile seçilebilirim!

 

17 Nisan 2021 Cumartesi

Bir yandan oyun bitmesin istiyorum ama diğer yandan kazanmak istiyorum!

 Sevgili Covid Günlüğüm,

 

Evde geçen onca süre hepimize daha fazla ev işi olarak geri dönüyor.


Kah daha çok  yeme içme, kah daha çok çamaşır, bulaşık, ev temizliği, ütü, market alışverişi, çöp çıkarma (hele bu çöp çıkartma!)... Her şey ve her şey öncesinden daha fazla, daha sık tekrar ediyor kendini. Aynı rutinde uzun zaman geçirince de bu “daha” ların etkisi katlanıyor sanki!

 

Ev işleri konusunda eşimle hiç mi hiç birbirimize düşmedik. Hiçbir zaman kavgaya tutuşmadık ama sanma ki sevgili günlük,  harika bir uyumla bir iş bölümü yaptık. Ev işlerinin ağırlığı bende ama değişebileceğine dair bir umudum var şimdilerde.

 

Nasıl mı?

 

Son dönemde evde yaptığım işlerden  bir başkası yapmış  gibi bahsediyorum. Hatta bir peri tılsımı ile dokunmuş ve kendiliğinden hallolmuş gibi; “Aaa bulaşık makinesi perisi makineyi boşaltmış, çamaşır makinesi perisi makineyi çalıştırmış, çay perisi çay demlemiş” gibi...

 

Eşim bu oyundan hoşlandı ve kendiliğinden oyuna katıldı. Yeni aldığı süt köpürtücüyü kullanma hevesiyle son dönemde  sıklıkla yaptığı kapuçino kahveyi servis ederken  ”hmm bak bakalım kahve perisinin kahvesi güzel olmuş mu?” diye karşı atakla geldi. 

Ee sonra da büyük küçük demeden yapılan her işle ilgili bir sürü perimiz oldu.

 

Ben çamaşır makinesi perisi oluyordum, o süpermarket perisi! Birimiz  hafta sonlarının kahvaltı perisi, diğerimiz yemek siparişi verme perisi...



Böyle böyle her şeyi bir, bir paylaşınca, konu, en çok kapıştığımız, çöpü çıkarma konusuna geldi.

 

Burada durduk! Bu belki de en sevmediğimiz, en üstümüzde kalmasın istediğimiz ev işiydi!

 

Kim cümle içinde “ çöp perisi çöpü mü çıkarmış, bak nasıl da güzel çıkarmış” gibi bir şey dese üstüne kalacak!

 

Çocukken sıklıkla  tutuştuğumuz lades oyunu gibi;  “ikimizin de aklında” ve birbirimizin boşluğuna gelsin diye bekliyoruz.


Belki daha da ciddi ; hedefin yerinden çıkması için saatlerce, hatta günlerce  kıpırdamadan bekleyen bir pusucu / sniper gibi bekliyoruz.

 

8 yıllık evliliğimizin en saçma, en sinsi, en sessiz, en komik  ama en önemli mücadelesi bu!

 

Bir yandan oyun bitmesin istiyorum ama diğer yandan  kazanmak istiyorum sevgili günlük :)

 

 

23 Ocak 2021 Cumartesi

13. Burç

 Son 5-6 yıldır, doğum günüm ‘20 Ocak gününün, kendimi ait bildiğim Oğlak burcu değil de, Kova burcu olduğunu söyleyen bir takım hatırı sayılır astrologlar var.

Öyle bir anda 40 yıllık taşkafa Oğlak olmayı bırakıp, aklı bir karış  havada bir Kova olamazdım. İstesem bile Kova olmayı bilmiyordum...


Oğlak burcumun yönetici gezegeni, yani bir nevi bayan Rottenmeier’ı* olan Satürn’ün eğiten öğreten, cana kasteden sert kimliğiyle son yıllarda yeterince cebelleşmiştim. Aslında Kova olmak, Satürn’den kurtulmak için de harika bir fırsat olabilirdi... Ve deneyecektim.



Başta biraz zorlandım.

 

Yıllardır hem ağırbaşlı, hem sağ duyulu, hem de taşkafalı bir Oğlak olduğumu (olmam gerektiğini)  okuyarak büyümüş, kendimi buna göre eğitip şekillendirmiştim.

Şimdi  dahilerin burcu, aklı bir karış havada Kova burcuna geçmek için gerekli  donanıma sahip değildim. Birkaç ay boyunca, aylık burç yorumlarımda, hem Oğlak, hem Kova okudum. Sonraları sadece Kova’yı okumaya devam ederek kendimi az da olsa havaya soktum.

Her ne kadar yaman bir çelişki de olsa, artan yaşı ile çocuklaşan Oğlak  karakterinin verdiği hafiflikten aldığım kuvvetle, iyi bir Kova olma yönünde kısa zamanda güzel gelişmeler gösterdim.

Artık yıllardır canıma okuyan Satürn’den kurtarmıştım paçayı...

 

Ya da öyle sanıyordum!

 

Mutluluğum pek  kısa sürdü.

 

2020’nin sonlarına yaklaşırken,  yeni yılda Satürn gezegeninin  Kova burcunda etkili olacağı, 3 yıllık bir dönemin başlayacağını öğrendim. Bu insafsızlıktı ve bu zamansız taraf değiştirme, tam da  taş kafa bir Oğlak’a yakışmıştı.

Bilsem 6-7 ay daha dişimi sıkıp Oğlak’ta kalmaz mıydım, 2021 ile başlayacak güzel günlerin hayalini kurmaz mıydım?

 

Ohh! kaldım mı şapşal gibi ortada! Satürn yine ders vermeye devam ediyordu hatta bu defa biraz da alaycı bir tonla...

 



Ancak bir şekilde, taşkafalılığa rağmen Kova’nınki gibi bir yaratıcılık da hasıl olmuştu...

Karar verdim, hayatımın dümenine geçecektim;  ne Oğlak, ne Kova’ydım ya da her ikisi de bendim. Her iki burcun en güzide özelliklerini bünyede toplayıp, gelecek günlerin en güzel taraflarını yaşayacaktım.

Nihayet kendi icadım 13. burç;   Kovalak burcuyum ve 20 Ocak günü doğmuş olan herkesi beklerim.

 

 

 

*Bayan Rottenmeier- Clara’nın mürebbiyesi; yaşama sevinci ve heyecanı olmayan, soğuk, gıcık , sinirli, değişikliğe muhalefet, renksiz, küf kokulu bir tip.

15 Ocak 2021 Cuma

Aklınızda kalacağına midenizde kalsın!

 Obez olmaya bir  porsiyon iskender mesafesindeyseniz yiyin gitsin! Aklınızda kalacağına midenizde kalsın!

 


Ama bir an evvel vücudunuzun ideal dengesini bulmak için değiştirmeniz gereken alışkanlıklarınızı keşfetmeye  başlayın. Bedenimiz, yaşadığımız süre boyunca, iyi bakmamız gereken tek varlığımız. Arabamızı düzenli servise götürüyoruz, evimizi belli periyotlarda temizliyor, boya badanasını yaptırıyor, yeniliyoruz. Ayakkabıları lostraya, ceketleri, ve hatta halıları kuru temizlemeye yolluyoruz…

 

Bu kadar iyi baktığımız  halde evimizi satabilir, arabamızı ve eşyalarımızı değiştirebilir, gardrobumuzu topyekun  yenileyebiliriz ama bedenimiz hep bizimle. Tek ihtiyacı; düzenli olarak hareket etmemiz ve temiz hava almamız.

 

Zaman mı yok?  İş, ev, eş, çocuklar, yemek ve büyük şehirlerde maruz kaldığımız trafik…. Hepsi çok vakit alıyor, haklısınız. Ama lütfen akıllı telefonunuzun istatistikler bölümünden sosyal medyada haftalık olarak geçirdiğiniz süreyi kontrol edin  ve gelin bana “vaktim yok” deyin.  Buna seyrettiğiniz dizileri, TV programlarını  katmıyorum bile. Bu vaktin sadece yarısını bile harcayarak haftada 3 gün 1 er  saatlik yürüş yapmanıza yetecek vakit bulacağınıza eminim. Yürümek için  ihtiyacınız olan tek şey ise spor ayakkabılarınız! Sonrasında tüm sokaklar ve parklar sizin.

 

Bir gün mantı mı yediniz  afiyet olsun, yarasın  ama ertesi gün sebze yiyin ve hareket edin.

 

Eğer gittiğiniz bir yerde harika bir dilim su böreği mi ikram edildi sakın ziyan etmeyin yiyin ama hamur işlerini evde pişirmeyin ya da satın alıp evde gidip gelip mütemadiyen yemeyin. Arkadaşlarınızla yeyip, içip eğlendiniz mi? Ne harika! Ertesi gün bolca su için, açık havada yürüyün. Haftalık yürüyüşlerden bir tanesini üşenmeyin ve mutlaka deniz kenarında veya ormanda yapın. Bu hem sporunuz, hem de bir çeşit meditasyonunuz olsun. Canınız abur-cubur atıştırmalık çektiyse paketli gıdalardan uzak durup meyvelere, kuru meyvelere ve kuru yemişlere başvurun.

 

Bence meyveler bu gezegendeki en güzel yiyecekler.

 

Meyve yeme alışkanlığınız mı yok? Çünkü büyük anneniz,  siz bebekken üşenmedi, o meyveleri hem sıktı, hem de posalarını süzüp  içirdi size değil mi? Bu yüzden meyvenin pıhtıcığıyla bile fena mı oluyorsunuz? Çok yazık! Ama buna bile çözüm var. İstediğiniz meyve ve hatta sebze suları istediğiniz kombinasyonda ayrı ve veya kokteyl  olarak sunuluyor. Ben gazlı içeceklere meraklıyım diyorsanız. Açarsınız bir soda, karıştırırsınız olur biter.

 

Demem o ki; hiç bir şeyden yoksun kalmaya gerek yok. Sadece kendi dengenizi keşfetmeniz ve bunu hayatınızın bir parçası haline getirmeniz yeterli.

 

“Doktor musun, diyetisyen misin, nesin kardeşim sen  bize hangi sıfatla tavsiye veriyorsun” diyenler olabilir. Hiç biri değilim.  1 hafta sonra 44 yaşını dolduracak sağlıklı ve fit bir insanım sadece. İlkokuldan beri, okuduğum okullara yürüyerek gidip-gelme lüksüne sahip olmuş ve bu vesileyle yürüyüşü hayatımın ayrılmaz bir paçası haline getirmiş birisiyim.

 


Yürümeyi sevmiyorsanız, koşun, bisiklete binin, mahallenizdeki basket sahasında basket atın, paten yapın… Açık havada yapmayı sevdiğiniz bir sportif aktivite bulun ve haftada en az  3 gün düzenli yapın  ve beslenmenizi dengeleyin. 

Hemen bugün başlayın! Altı ay sonra yaşadığınız değişime inanamayacaksınız. Hem yaza hazır olusunuz, hem de sonra bana da dua edersiniz.