10 Mart 2017 Cuma

Bir Belgrad Hikayesi



Kime niyet kime kısmet

Eşim planladığımız tatile son dakikada gelemeyeceğini söylüyor. Kendisine sinirlenmeye vakit bulamadan Cankuş’um Eda’m “gelirim ben” diyor.  Ne güzel diyor, ne iyi ediyor. Sayesinde kültür turu! Belgrad seyahatimiz bakın neye dönüyor…



Yolculuk öncesindeki akşam telefon sohbetimizde Eda’nın online check-in yapmayı bilmediğini öğreniyorum.
Arkadaş! Sen tüm sosyal medyayı dibine kadar kullan  ama online check-in bilme!

Ertesi gün Sabiha Gökçen Havalimanı

Banko çocuk: Merhaba hoşgeldiniz? Ekrandakinden daha güzelsiniz!

Saf, saf “sağda solda kamera mı var, yüzümü ekranda mı görüyor acaba” diye bakınıyorum.

Banko çocuk: Durun! söylemeyin hangi dizi olduğunu, ben söyleyeceğim.

Ben: Ne tatlısın, ama sen zor söylersin! Herhangi bir dizide oynamıyorum ki… (artık ne kadar farklı dizi takip ediyorsa, beyni bulanmış garibin)

Eda: Bak  işte gördün mü? Ne var zaten online check- in yapacak! Bilgisayarın sana iltifat mı ediyor?
Haklı J

Belgrad-Oteldeki Resepsiyonist

-Seçtiğiniz odadaki yatak çift kişilik biliyorsunuz değil mi? (soru mu soruyor, durum mu belirtiyor,  yoksa o çeşit! bir çift miyiz diye merak mı ediyor…)
-“Evet biliyoruz. Var mı acaba iki ayrı tek kişilik yatak? “
-“Yani var tabi de… Ne gerek var, sizin ki daha güzel! Burası Avrupa rahat olun…”

Hadi bakmıyorum öpüşün! diyecek neredeyse! Gerzek…

Ben “kem küm” açıklamaya çalışıyorum.

“Boşver” diyor Eda bırak ne sanıyorsa sansın!

 Eee! sansın madem.



Odadaki Şeffaflık

Odaya giriyoruz . Ben balkona Eda  banyo-tuvalete yöneliyor (hijyen takıntısı mı var acaba?) Sürgülü  cam kapıyı kapatıyor ve banyonun içinden bana bakarken, aklına sığmayan bu şeffaflığın mutlaka bir telafisi olabileceğine olan inancıyla“ beni görebiliyor musun?” diye soruyor.



Ben, gayet berrak ve dik dik bakınca, cevabı duymaya gerek kalmadan “Evet! anlaşılan  Zeki Müren bile her yerimizi görecek”  diyoruz.


Şeffaflık Sorununu Yönetirken Yeni Arkadaş  Edinmek

Tuvaletin şeffaflığı, arkadaşlığımızı zedelenmesin diye kahvaltıya iniş-çıkış saatlerimizi   bir trafik şeklinde yönetiyoruz;birimiz geç, öbürümüz erken...

Kahvesini içmeye bıraktığım Eda’ya Whatsup’tan “iniyorum, çıkacak mısın odaya?” diye yazıyorum 
“Bir arkadaşı gördüm gelirken montumu getirir misin” diye cevap  veriyor. 
Sosyal insan! Burada da arkadaş görmüş ya, helal olsun!

İniyorum yanına; genç, yakışıklı bir çocukla sermişler masaya Belgrad haritasını, gidilecek yerleri konuşuyorlar. Kendimi tanıtıyorum o da “ben de Ahmet” diyor.
5 gündür Belgrad’taymış, o gün dönüyormuş. Tek başına gelmiş, kafa dinlemek istemiş. Gidilecek yerlerle ilgili tavsiyelerini alıp,  iyi yolculuklar dileyip, kalkıyoruz yanından.
Ayrılırken “nereden arkadaştınız” diye soruyorum. Burada tanıştık diyorlar.

Eda ile salıyoruz  kendimizi caddeye …

“Dizi oyuncusuymuş” diyor Eda.

Maşallah bizimki muhtar gibi, herşeyi sormuş :)

“Kertenkele dizisinde esas oğlanmış (sağdan 3.)… Beşiktaş’ta oturyormuş. Dizi bitince kafa dinlemeye gelmiş.”


“Biz hiç dizi seyretmiyoruz, seni o yüzden tanımadık, Çido'yla da o yüzden iyi anlaşıyoruz” demiş,   ezmiş çocuğu…

Hayat böyle işte! Oyuncu olur tanınmazsın, ya da üzerinde yıldız ışığı olur, oyuncu sanılırsın... 
Siz anladınız, O kim J


Bazen de eşeğini kaybedip, olmadık yerde  bulup sevinen fukaralar gibi olur insan

Bizim İstanbul’un Asmalımescit’ine benzettikleri Skadarlija’dayız.
Yazın belki daha neşeli olur, şu haliyle soğuk ve biraz sıkıcı.
Eda’m yorulmuş otele dönmek istiyor.
Ben de bir yere oturup ısınıp kahve içmek istiyorum. (Seyahat boyunca tek fikir ayrılığımız) Sonra hala istiyorsa döneceğiz otele.
Sokaktaki banka oturuyoruz. Saat akşam 18.30 suları…
Kahveye ikna oluyor “ama nerede diyor”. “Kapısı bol ışıklı karşı çaprazdaki yer” diyorum, kabul diyor.
İçeri giriyoruz. O kadar sakin bir sokakta, bu kalabalık bir yer görünce şaşırıyoruz. Kapıya yakın 2 kişilik bir masaya oturuyoruz, başka da yer yok zaten!
Menüyü elimize aldığımızda, Eda, geldiğimiz ilk gün rezervasyon yaptırmaya çalıştığımız, ancak 6 gün boyunca dolu olduklarını söyledikleri Tri Sesira Restorant'ta oturduğumuzu fark ediyor. O an ki sevinç ve şaşkınlığımız anlatılamaz…
Yer bulmakla kalmıyor, ilerleyen saatlerde, Bulgar çingenelerin bizim için çaldığı “Çadırımın üstüne şıp dedi damladı…” eşliğinde göbek dahi atıyoruz.



Son akşamımız da biraz da kop kop!

Nereye gideceğimizi bilmez, saf saf sokaklarında gezinirken kendimizi şehrin popüler bir gece kulübünde buluyoruz. Bizdeki gibi, herkesin kasıntı bir şekilde birbirini kestiği, garsonun parayı almadan içki vermediği, mekanlar gibi değil. Herkes eğlencesinde, dansında, kimse kimseyi rahatsız etmiyor...



Ben yan masadan gönderilen içkiyi, turist promosyon tarifesinden zannedip içerken, Eda  fark edip söylüyor (sanırım benden daha az içti, kafası hala çalışıyor).
Biz de, arkadaşlar ne içiyorsa aynından onlara yolluyoruz J Türk geleneği; biz de dolu gelen, boş gönderilmez!
Sanırım kültür şoku yaşıyor, kimse ona iadei ikramda bulunmamış. Ne yanımıza merhabaya uğruyor ne de yeni bir ikramda bulunuyor. İçkisini içip sessizce ayrılıyor J

Hesabı ödeyip ayrılırken, bir grup genç geliyor yanımıza “merhaba tanışabilir miyiz” diyorlar. Eda koluma giriyor, diğer eliyle yüzüğümü işaret edip “biz evliyiz” diyor.
Hani ilk gün resepsiyonist bize harika bir fikir verdi ya “rahat olun diye”.
Rahatız artık! epey rahatız sayesinde J

Uçağı biz kullanmıyoruz ya!

Ertesi gün sabah kafalar kazan. Nasıl bir şey unutmadan o valizleri topladık hatırlamıyorum. 
Uçağa binip dönüyoruz İstanbul'a.

Son dakika gelmediği için yaptığı vicdandan mı, yoksa, ben gider gitmez tavşan kızlarla verdiği partiden mi, veya samimiyetle özlediğinden mi nedir, eşim beni alandan almaya geliyor.

Kucaklaşıyoruz.

“Uçakta içki mi içtiniz” diye soruyor. “Ne olacak içsek” diyorum, "biz kullanmadık ya uçağı, yolcu, yolcu oturup geldik.

Asıl dün akşam pilottuk."




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder