24 Aralık 2016 Cumartesi

Bütün bunlar bir seyahate sığarsa…



Harry Potter kılıklı çocukları, sabah saatlerinde oluk, oluk okullarına yürürken görüp, abartılı üniformaları giymek zorunda kaldıkları için onlara üzülürken ve konservatuvar öğrencisi olduklarını sanırken, aslında İngiltere’nin gelecekteki liderleri olduğunu öğrenirseniz…  G.t olursunuz!



Bir İngiliz yemekten sonra kalmanız için ısrar ederken “Where are you? We would further cut watermelon” (Nereye? Daha karpuz kesecektik!  ) derse… Dumur olursunuz!

Londra’daki Hintli taksi şoförü, soyadınızın 'Bahadır' olduğunu öğrenip, kendi isminin 'Bahader', olduğunu ve sizin aslında Türk değil, Hintli olduğunuzu ilan ederse ve yanınızdaki İsveç’li arkadaşınızı buna şahit yazarsa “ Hey she thinks she is Turkish but no she is an Indian” (Türk olduğunu sanıyor ama o aslında bir Hintli)… Abandone olursunuz!



Bir çantanın fermuarları bölümlerinin çokluğu  ömrünüzden dakikalar çalarsa… Londra Heathrow güvenlik geçişinde önünüzdeki adamın, kıstırılıp “kıskıvrak yakalanan” bol bölmeli çantasının, her bir fermuarı  açılıp bölmeleri BÜYÜÜÜK  titizlikle aranırken (bir ara laboratuvara tahlile gönderecek sandım) , sıradaki, epi topu bir şişe parfüm ve yüz kreminiz için size sıra gelmesini  35 dakika beklerseniz... Acayip Kıl olursunuz!



Yıllardır görmediğiniz çocukluk arkadaşınızı, boardingi beklerken görüp yanına gidip, samimiyetle sarılıp öpüştüğünüzde size; “ bak şu tesadüfe sen o kadar feysbukta görüş görüş sonra uçakta karşılaş” derse… Ve sizin feysbukunuz yoksa... Ve bunu löp diye söylerseniz ve o anda, sizin zannettiği kişi olmadığınızı anlarken, siz de, onun, sizi başka biriyle karıştırdığını anlarsanız… Uyuz olursunuz!

Uçakta sol koltuktaki Çinli kız rötarlı kalkış sebebiyle aktarmasını kaçırma korkusuyla tüm sivilcelerini yolup, her 5 dk da bir de kolunuza yapışıp  “uçağımı kaçıracak mıyım?” diye sizden değilleme  beklerse… Sersem olursunuz!

Bunlar olurken, bu defa da sağ  koltuktaki kırk beş yaşlarındaki dişleri telli  (o teller, o yaşta, ne büyük bir talihsizlik!) Fransız da biniş kartını uzatıp “peki ya ben, Dubai uçağını kaçıracak mıyım?” diye kontrol etmenizi beklerse... Teslim olursunuz!



Seyahatten döndüğünüzde, veterinerden geri gelen, bahçedeki hasta kedinin taşıma sepeti üzerine kocanızın adı, kendi soy isminizle yazılıp yeni bir kimlik oluşturulduysa, adalet ( kadınların evlenince kayıtsızca eşlerinin soy isimlerini alma adaletsizliği ile ilgili adalet J) bir kedi sepeti üzerinde bile olsa, kısa süreliğine yerini bulduysa…  Mutlu olursunuz!

Ve daha ötesi en dandik konuları bile mutlu sonla bitirebildiğinizi görüp…. Tatmin olursunuz J

17 Aralık 2016 Cumartesi

Elmadan bir kurt çıkmasından, yarım kurt çıkması daha kötüyse…



Tarih; 29.01.2016,  saat; 20:30,  Sema ile telefonda,  Afyon’a termal otele tatile giden arkadaşının arkasından atıp tutuyor, kahkahalarla koca karı turizmine erken başlamış o diye dalga geçiyorum.

Tarih 30.01.2016  saat gece yarısı. Yer;bizim evin salonu. Yasemin ile  iki litrelik sangriya sürahisinin dibini görmüş  ve içinde son kalan, iyice alkolize olmuş meyve parçalarını yiyoruz. "Yapmadık gitti şu masaj ve hamam keyfini" diye birbirimizi beceriksizlikle suçluyoruz ve hadi artık deyip İstanbul’daki  otellerin ıslak alan kullanımı ve  hamam masaj kese vb.  fiyatlarına bakıyoruz. 

$$$$$

Yuhh  arkadaş! Bu paralara Bursa’ya gider membasında bir gece konaklar ve  keyfimizi hakiki termalda yaparız diyoruz ve Booking.com'dan yerimizi seçiyoruz.

Tarih; 13:02.16 Saat; 9:45 yer Eskihisar-Topçular Vapur İskelesi

Saat; 12:00 Yer Bursa Kervansaray Oteli Çekirge

Saat; 13:00 Yer Kervansaray Tarihi  Hamamı



Saat; 16:00 Yer Otelin masaj odası

Saat 20:15 Yer: Bursa'daki herhangi bir taksi

Akşam yemeği için Çekirge’den FSM’ye iniyoruz. Taksinin radyosunda “..bıdı bıd bıd çekirge”  türküsü çalıyor. Sabah arabayla gelirken  yolda mırıldandığım gibi... Sonraki şarkıya geçiyor radyo. Sözleri farklı ama melodisi aynı olan başka bir iç Anadolu türküsü. Hala bıdı bıd bıd çekirgenin nakaratını aynı ahenkle söyleyebiliyorum.
Hamamda  o kadar çok kalmışız ki ellerim böyle buruştuysa beynime kim bilir neler oldu.

Tarih; 14.02.2016 saat 00.30 akşam yemeğinin ardından, kim olduğunu bilmediğimiz grubun, bildiğimiz Türkçe pop şarkılarına eşliğinde Bursa Hayal Kahvesi’ndeyiz.


Garson üç kez hatırlatmadan ve arkasından “viski aç desek unutmazsın  di mi ama” diye takılmadan sonra suyu getiriyor ve bu  benden olsun diyor. Buna da şükür. Bu saatten sonra kimsenin bize şampanya falan patlatacağı yok :) Kaplıca turizmine yaptığımız bu hızlı geçiş, üstüne üstlük bundan keyif almamız, her şeyin kanıtı.

Tarih; 14.02.2016,  saat; 09.00  yer Kervansaray Oteli kahvaltı salonu


Gördüğüm en kötü açık büfe kahvaltısı fakat kahvaltı salonu hıncahınç dolu. Masa bulmakta zorlanıyoruz. Bulduğumuz masa belediyenin çöp kamyonundan biraz daha az dolu. Fakat çok kıymetli o yüzden birimiz oturup masayı bekliyor, diğerimiz açık büfedeki kalabalığı omuz atarak yardırıp, yiyecek bir şeyler almaya çalışıyor. 

Garson çocuğa masadaki çeri çöpü toplamasını rica ediyorum. Kalabalıktan farımış“ A..ına k .yum böyle işin” gibi bakıyor suratıma. İstifa etti edecek ama yeni aldığı ayfonun takisidi var istifa da edemez, en iyisi gelip masadaki çeri çöpü toplaması. Daha dün  Bizans Kraliçesi Thedora'nın güzellik kürü olan termal sularda  kendi çapımızda prenses, prenses yüzerken bugün  belediyenin çöp toplamayan işçileriyle kavga eden mahalle sakinine dönüştürülüyoruz. 

Hem kraliçe de çirkinmiş çok! Mozaik resminde meymenet yok!


Yoo dostum yoo!  Bunlar bizim keyfimizi kaçıramaz

Ne  ara karar verdik nasıl Bursa’ya geldik  emin değilim… ama her dakikasından keyif aldım.

Elmadan bir kurt çıkmasından, yarım kurt çıkması daha kötüyse, kınadığını yaşamaktan kötüsü de yaşarken keyif almakmış J J J

Bu yazıyla bana kapak olsun, unutmayayım. 

Olur da yeni bir şey yazamazsam da şimdiden herkese iyi seneler ve sevgiler.

2017 harika bir yıl olsun.

7 Aralık 2016 Çarşamba

Siz daha beğenmeyin! Siz daha inanmayın!


Amerikan senatosu havanın soğuyup kışın bastırmasını fırsat bilip, tüm çevreci bilim adamlarının açıklamalarının aksine, “küresel ısınma diye bir şey yoktur, öyle olsa şu an biz üşümezdik” demiş.” Duyunca çok beğendim bu yorumu ve aklıma Çernobil patlamasında koca-koca bakanlarımızın  çayları bardak bardak içip “bakın radyasyon falan yok bunda öyle olsa biz içmezdik” demeleri geldi. Saygı uyandıracak  bilimsel açıklamalar bunlar!
Siz daha inanmayın!

Hep felaket senaryoları, hep bir dram!

Yok buzlar eriyormuş! Kutup ayıları ve penguenler için gelecek parlak değilmiş! Canlı çeşitliliği hızla azalıyormuş! Buzulların erimesiyle deniz seviyesinde 59 cm'e kadar yükselme bekleniyormuş…

Sırayla değerlendirelim;

1-     Bu buzullar yüzünden Titanic batmadı mı? 1500 kişi ölmedi mi? Üstüne üstlük Hollywood’un malzeme haline getirdiği  faciayı, temcit pilavı gibi en az 20-30 kez önümüze getirmediler mi? Hem buz iyi bir şey olsa alkole katılmazdı. Heheheh!
2-      Kutup ayıları beyaz sevimli falan gözüküyorlar ama çok saldırgan hayvanlar. Ayı işte! Penguen dediğin de; hareketsizlikten uçma yetisini kaybetmiş göbeği üzerinde kayan, obez ve ne idüğü belirsiz bir kuş çeşidi…
3-Bu kadar canlı çeşidi fazla değil miydi zaten? Steril kalabalıklar tercihimdir.
4-Bunu da denize sıfır oturanlar, yalı sahipleri falan düşünsünler ya da yalılarının üst katında otursunlar mesela.

Maksat şikayet etmek olsun, hep bir şey buluyor bu çevreciler.

Efendim boğaza yapılan 3. Köprü  ve bağlantı yolları sebebiyle çok ağaç kesilmişmiş! 



Fakat 7 milyar ağaç dikti hükümetimiz!!! Bundan bahseden yok. Hem istihdam da yaratıldı bu vesileyle. Tevazüden söylenmiyor bu kısmı; 7 milyar kolay mı?  40 bin kişi, tam zamanlı, en az 15 yıldır ağaç dikiyor demektir bu ülkede… 
Siz daha beğenmeyin!

Ağaç kesmeden yol yapanlar  da var tabi…




Beğendin mi? 
Ama bir adım sonrasını düşünmeden beğenme…
Ya yolda çişin gelse, benzinin bitse! Hem bu kadar yeşilliğin olduğu yerde insan arabayı sağa çekmek ve bir mangal yapmak istemez mi? Bu bizim ata sporumuz sayılır.

Her yer inşaatmış betonmuş! Nefes alacak yer kalmamış!



Buyurun beton olmayan bir konut projesi size.



Beğendin mi?
Ama bir adım sonrasını düşünmeden beğenme…

Ya bu ağaçlar kurur ya da sevmeyenler tarafından kesilirse veya  ağaçları yok edip bostan yapmak  isteyen olursa... O kadar para verip aldığın evin orman vasfını yitirdi diye imara açılır bu memlekette.

Çevrecilere sesleniyorum; nefesinizi boşa tüketmeyin. Alışmadık dötte don durmadığı gibi, bu memlekette de çevrecilik durmaz.

25 Kasım 2016 Cuma

Ah sizi gidi fakirler bunlar hep sizin yüzünüzden!



Donald Trump’ın destekçileri kendisini “Heil Trump” diye karşılıyorlar. Yani “Heil Hitler” gibi. Yani “çok yaşa Trump!” Üstüne bir de ülke dışına çıkarmayı planladığı göçmenler ve Latinleri toplama kamplarına alırsa kimse şaşırmayacak.


Yeni başkan seçildiği için gözler üzerinde (en çok da benimki). Koltuğuna oturduktan sonra gücünün ve zenginleşmesinin etkisiyle zaman içinde bizi doz, doz  bu kötülüğe alıştırmadığı için bu kadar tepki veriyor olabilirim. Bence Trump en başından beri yeterli özgüvene daha doğrusu mali güce sahip olduğundan bir takım ahlaki değerlere sahipmiş gibi davranmıyor.

Yani ortamı uygun olan herkes yeterince kötü ya da herkes potansiyel kötü diyeyim. Yani iyiler yeterince parası ve gücü olmadığından iyi.  Para adamı bozmuyor, paranın olmadığı ya da az olduğu yerde bir takım ahlaki değerler yaratıyor insan; iyi ol, ahlaklı ol, güçsüzü koru, adaletli ol… vs. vs. Bunlar bedava tabi.

Trump’u biraz rahat bırakayım ve şöyle bir dünyaya bakalım.

Pakistan boğazına kadar yolsuzluk ve hırsızlığa batmış, Malezya’yı ülkesini dolandıran bir zorba yönetiyor. Petrol zengini Araplar çılgınca para harcarken Müslüman kardeşleri!! açlıktan kırılıyor. Pakistan bizim dostumuz diyen Hindistan’ın içten içe düşmanlığı tırmandıran  ikiyüzlü biri yönetiyor. Kolombiya’da hükümetle gerillalar arasındaki “savaş bitsin mi” diye yapılan referanduma hayır “bitmesin” cevabı çıkıyor, Filistin ve İsrail arasındaki çatışma neredeyse yarım yüzyıldır sürüyor...

Bugün sabah işe gelirken radyoda dinledim. İsviçreli Credit Suisse, dünyadaki tüm gelirin %90 ‘ının dünya nüfusunun %10’luk kısmının elinde olduğunu, dünya nüfusunun en fakir %20’lik kısmının toplam gelirinin, dünyanın en zengin 60 kişisinin gelirinin toplamından daha az olduğunu açıklamış. Fakirlerin ortalama ömrü de  zenginlerin ortalama ömründen 10 yıl kısaymış… Bu, şimdiye kadar  açıklanmış en büyük gelir dağılımı adaletsizliği oranlarıymış. Ah sizi gidi fakirler bunlar hep sizin yüzünüzden!

Şimdi bu ahval ve şerait içinde  ülkemizde basın özgürlüğü yokmuş, gazeteciler , yazarlar hapisteymiş… Ülkede adı konulmamış bir iç savaş varmış… FETÖ darbe yapmaya çalışmışmış, ülkenin gayrisafi milli hasılası oymuş buymuş…Kulağa biraz daha az yaralayıcı  gelmeye başlamadı mı?

Artık işlerin iyiye gideceğine olan inancımı yitiriyorum ve dualarımı aşağıdaki gibi değiştiriyorum.

Ülkemde kötü olayları geride bırakamıyorsak ve gelişemiyorsak eğer, diğer ülkeleri de geri bırak (konudan bağımsız ama;  beni zayıflatamıyorsan da diğer arkadaşlarımı şişmanlat!) sen  Ya Rabbim.

11 Kasım 2016 Cuma

Hey! Bir sonraki Amerika Başkanlık Seçimleri Adaylarını Açıklıyorum

F

Lex Luthor, Yeşil Cin, Joker  ve Doktor Ahtapot!









Ben şimdiden Lex ile Joker’in kıran kırana birbirine girdiğini görebiliyorum.  Benim oyum Joker’e ama tabi kampanyalarını da takip ettikten sonra son kararımı vereceğim.

İyiler ezik. Ne kadar büyük güçleri olursa olsun, öz güvenleri eksik. Bak Spiderman’e, Batman’e, Süperman’e yaptıklarından emin olamadıkları, kendilerini kaybolmuş hissettikleri, pek çok anlarına şahit değil miyiz?
Kötülerin hiç tereddüt ettiğine şahit oldunuz mu? Hiç vazgeçtiklerine ? Ya da az da olsun cesaretlerinin kırıldığına…

İyilerin  içinde ticaretten ekonomiden anlayanları, zekaları ile yoktan var edilmiş büyük servetleri, şirketleri, petrol kuyuları, elmas veya  kömür madenleri olanlar biliyor muyuz? Kafalarını, kaslarından daha çok kullandıkları oldu mu? Özel güçleri olmazsa, kötüler karşısında herhangi bir avantajları var mı?

Tiplerine bakalım; pelerinler, çizmeler, taytın üstüne don giymeler, kafada maskeler, briyantinli saçlar… Hepsi kendini beğenmiş, duygusal inişleri çıkışları olan rüküş birer “Diva” adeta.




Arkadaş pelerin sürtünmeyi arttırıp hızını keser uçarken, o botlar yazın  mantar yapar ayakları, o maskenin içinde insanın suratı isilik döker… Gerçek hayattan uzak, acayip tipler bunlar!


Bize yıllardır kötü olarak tanıtılan karakterlere bir göz atalım; Lex Luthor ve Yeşil Cin  birer  bilim ve iş adamı, Doktor Ahtapot bilim adamı, Joker ise geçmişi gizemli ama incelikli  bir zekaya sahip deli dahi biri …. Hepsinin gerçek hayatta karşılığı var.

Kimse ne üdüğü belirsiz, duygusal dramalara kapılacak, dış görünüşünü fazla önemseyen gerçek hayattan kopuk kahramanlara güvenmiyor.
Günümüz dünyasında; ekonomiden anlayan, her tehditti bir fırsata çeviren, zorluklarla vazgeçmeyen, cesareti kırılmayan, kıvrak zekalı ve inandığı amaç için çalışırken tereddüt etmeyen gerçek karakterler revaçta.

İyi’ler size sesleniyorum; daha geç olmadan  kötülerden neler öğrenmeniz gerektiğini düşünmeye başlayın.

Ya da  “welcome to a world without rules” (kanunsuz bir dünyaya hoşgeldiniz)

25 Mart 2016 Cuma

Anladı o terörist olacaklar, gayet iyi anladı

 
 
Benzini bitmiş  dörtlüleri yakmış durmuş araçlar, unutulan valizler, bir sokakta iki  haftadan fazladır park edilmiş bulunan arabalar ve trafiğin hızının altında yavaş seyreden kamyonet hepsi birer şüpheli artık... Hatta restoranda arkada masada oturan esmer tenli, sakallı delikanlılar bile...
 
Komşumuzdan şüphelenir hale geldik.  
 
-Ne o hayırdır komşu nalbura gitmezdin sen?
-Aaa niye vida lazım ki sana bakiiim?
 
(Bomba mı yapacaksınız?)
  
Rögar kapağı fırlayıp kullandığı otobüse çarptı diye bomba patladı sanıp, şoka giren zavallı insan, sizce abartıyor mu korkularını?
Acaba istatistiksel olarak bir  havaalanı temizlik işçisinin havan topu ile öldürüldüğü kayıtlara daha önce geçmiş mi? Eğer ülke iç savaşta değilse… Ki biz değiliz, öyle olsa bilirdik!
 
Aman canımmm bizde 80 milyon insan  var (Suriyeliler hariç). Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir deniyorsa ayrı… Ha belki bu sebeple 3 çocuk istiyor büyüklerimiz. Büyük kısmı askerde, bir kısmı alışverişte, bir kısmı mitingde, öyle böyle patlayıp telef olacaklar! Ölmezse  bile belki büyür gazeteci olur hapse girer yine pek görüşemezsiniz. Elinde kalsa kalsa 1-2 tane anca kalır. Sen dinle büyük sözü!
 
Brüksel’de İçişleri  ve Adalet Bakanı istifa etmiş. Olay Japonya’da yaşansa üzerine bir de intihar ederlerdi. Ah bu Japonlar ! Başınız sıkışınca hemen ölün tabi…
 
Şimdi bize bakalım; devlet büyüklerimiz yapılanları kınıyor. Yetersiz mi buldunuz? Hemen öyle yargılamayın, bakış açınızı genişletin.
 
Bu topraklarda yetiştirilme  tarzımız farklı bizim. Küçükken  bir kabahat işlediğimizde, babamızın değil bizi dövmesi, bir şey söylemesine gerek yoktu. Bir ters baktı mıydı yeterdi. Yerin en dibine geçerdik. Dersimizi alır, bir daha da aynı hatayı tekrar etmezdik, utanırdık, üzülürdük bin pişman olurduk. Ters bakış çocuklarıydık biz. Öyle büyütüldük.
 
İşte bu yüzden koca koca bakanlar, valiler, devlet yöneticileri “kınıyoruz” diyorlar az şey mi? Anladı o terörist olacaklar, gayet iyi anladı, siz merak etmeyin.
 
Bunu değerlendirmekten acizsen, sen de kendi eleştirini yap! Vatandaş olarak istifa et mesela…

3 Şubat 2016 Çarşamba

Her yaşın ayrı bir güzelliği var, meyletmeyin gençlik yıllarına!

Geçen sabah türev ve integral öğrenmem lazım diye kalktım yataktan. Eşim hayırdır rüya gördün herhalde dedi.

Evet rüya görmüştüm ama integral ve türev öğrenme isteğimde samimiydim. Türev ve integrali bilirsem belki, artık -eşek kadar olduğum bu yaşımda -hala sınav rüyası görüp stres olmam ya da sınav rüyası görsem de "vay arkadaş bildiğim yerden çıktı" deyip, kabus değil normal bir rüya tadında gecemi tamamlarım diye düşündüm.
                              

Bunu düşündüğümün ertesi gece, yine bir sınav rüyasında buldum kendimi.
Rüyamda, lisedeki en çalışkan arkadaşım Bahar (şimdi Amerika’da Profesör oldu- yani hala en çalışkan) yanı başımda oturup sınav sorularını cevaplıyor. Oh yaşasın Bahar’dan kopya çekerim diye düşünürken, Bahar’ın karınca büyüklüğünde yazdığını ve hiç bir şeyi okuyamadığımı fark ediyorum. Sonra çaresiz soruları okumaya başlayınca  türev ve integral sorulmadığını görüyorum.

Hatırladığım 2 soruyu paylaşmak istiyorum. Bir nebze olsun rüyalarınızdaki yaratıcılığa katkım olursa bahtiyar olurum;

Lise matematik sınavı rüya sorularım;

Soru 1- Sizce 5 ile 7 yi çarpalım mı bölelim mi?
Soru 2- Üçgenin iç açılarının toplamını 180 derece üzerine çıkartmak için yamuktan mı kareden mi borç alalım?


Böyle soru mu olur, mutlaka tuzak sorudur diyor ve hiç bir şey cevaplayamadan sınav süresini mel mel bakınarak bitiriyorum.
Bu defa  “integral ve türev öğrenmek yetmez, rüyalarım beni sindirmenin bir yolunu nasılsa buluyor” diye uyandım.
                                         

Sonraki günlerde sohbet ettiğim her 3 kişiden 2 si belli aralıklarla sınav kabusu gördüğünü söyleyince biraz konu hakkında okumaya başladım. Rüya deyince de Freud’la karşılaşmadan olmuyormuş.

Okuduklarımdan aklıma en yatkın bulduğum açıklamayı paylaşıyorum sizinle;
Freud'a göre sınav rüyaları geçmişe özlemin belirtisiymiş. Bilinçaltımız, uykumuzda bizi özlemini çektiğimiz yıllara, öğrenciliğe, yani gençliğimize götürmeye çalışırken o yıllara ait en kuvvetli anılardan rüya dekoru hazırlıyormuş…

Dekor için seçilen anıya bak sen!  Okul kırdığım bir ilkbahar gününü al, hoşlandığım çocuğun anket defteri verdiği günü al, daha olmadı illa sınavsa dekorun, kopya çekip, iyi bir not aldığım günü al... Bu bilinçaltının kendine göre bir mizah anlayışı var herhalde; “Al moruk gençliğini mi özledin? Gel buradan yak, hahaha! belki bu yaşının da kıymetini bilirsin” diyor...


Buradan sosyal bir mesaj vermeye,  eğitimcilerimize seslenip;  “çocuklarımızı sınav baskısıyla ezmeyelim, onlara sahip çıkalım” demeye hazırlanıyordum ki; kendime gelip;,  “her yaşın ayrı bir güzelliği var, meyletmeyin gençlik yıllarına, gününüzün kıymetini bilin, bilinçaltınıza bu fırsatı vermeyin” diyorum.

19 Ocak 2016 Salı

O geceden son hatırladığım...

Görümcem gelmeden evvel çalışmam gereken dersler var. Seyrettiği dizilerin son bölümünü ya da yeni bölüm öncesindeki özetini seyretmem gerekli. Böylece konuya adapte olup onunla yeni bölümü seyredecek kıvama gelebiliyorum. Son geldiğinde birlikte seyrettiğimiz iki dizisi vardı. Birinde;  Özcan Deniz, diğerinde; Nurgül Yeşilçay oynuyor. Bildiniz siz, hangileri onlar J
 
Görümce de kaynana yarısı sayılırmış ya, suyuna gitmek gerek. Kaynanam olmadı hiç, yarısı ne eder bilmem ama görümcem kadar ediyorsa başımın üzerinde yerleri var.
 
Tekrar gelmeden evvel, Özcan Deniz ve Nurgül Yeşilçay’lı dizi alıştırmamı yaptıysam da, çalışmam tam bir fiyaskoydu. Bizim kız, izlediği dizileri değiştirmiş! Hatta kendini geliştirip, aynı gecede iki diziyi gerekirse reklam aralarını kullanıp seyredebilir duruma gelmiş.
 
Yeni favori dizilerinden birinde, Gökçe Bahadır hafızasını kaybetmiş ama sade kötü kalpli eski nişanlısını hatırladığı için onun yanında kalan bir kadını oynuyor. Diğerinde Hande Ataizi’nin kızı, yanlışlıkla yakışıklı patronundan suni döllenme ile hamile kalıyor  ve bir nevi taşıyıcı anne oluyor… İnsana çüş dedirten senaryolar!
 
Her birinde şantajcılar, iyiler, kötüler, aşıklar ve aşkına karşılık bulamayanlar, yapay döllenme ile hamile kalanlar, başlangıçta bunlardan habersiz baba adayları, kapı dinleyenler, zenginler -fakirler, adam kaçıranlar, jönler, ezikler büzükler yani her şekil var. Nuh’un gemisi gibi..
 
Tabi olan bana oldu; coğrafya ve kimya çalışıp, fizik ve tarih sınavına girmiş gibi oldum. Hepsi çorba gibi oldu. Meğer ekranda durduğu gibi durmayıp karıştırınca da çarpıyormuş bu diziler. O geceden son hatırladığım, tüm bunlardan habersiz olan eşime; “ne dingil hayatımız varr ulennn, aksiyon istiyorum ben “ diye kafa tuttuğumdu.