Dün akşam Galata’da, manzarası,
yemekleri ve hatta şefleriyle ünlü
olduğu söylenen bir yere gittik. Tam mekanın terasa açılan kapısından geçerken
arkadaşım Eda'nın, “garson beye yol verelim” diye gösterdiği nezaketin,
esasında şefe “garson” demek suretiyle kırılmış bir pot olduğunu, alıngan
şefimizin kendini tanıtmasıyla öğrenmiş olduk.
Servisimizi üstlenen Emre (şef
bize darıldı ki bir daha hiç masalardan tarafa uğramadı) ilk olarak masaya
ekmek ve cevizli muhammara getirdi. “Servis ettiklerimi anlatmamı ister
misiniz?”diye sorduğunda, ufacık afallasak da hemen toparladık ve durumu
önemsediğimizi gösterip dinlemeye başladık.
“Efendim, ekmek ekşi mayadan
yapılıyormuş... Ekşi maya en az 130 günlükmüş… Yanında servis ettikleri muhammaranın
altındaki zeytinyağı maydanozluymuş… Maydanozla zeytinyağı bilmem ne kadar
süreyi birlikte geçiriyorlarmış…
Ana yemeklerin servisi
yapıldığındaysa ne yapacağımızı önceden biliyorduk… Madem yemeklerin hikayesi
de fiyata dahildi, itiraz etmeden arkamıza yaslandık ve dinlemeye başladık.
Menüden seçtiğimiz; minekop, daha
lezzetli olsun diye evde küvette
sevgiyle büyütülüyor!!! mercimek
yatağında servis ediliyor, dana incik ise incitilmeden, ince ince tiftiklenip ördek yağında kızartılıyor,
tarçınla baharatlanıyormuş… ve daha hatırlayamadığım, sürüyle başka incelikli
detaylar…
Böyle dangur dungur yazdığıma
da bakmayın, hepsi peri masalı tadında;
tatlı ve akıcı ama uzun uzun anlatıldı.
Hatta bu minekopla, danaya
gösterilen özeni de ülkemizde insanlar birbirine gösterse, lokum gibi memleket
olur burası diye düşündüm. Öyle sıradan lokum da değil tabi! Antep'ten gelen nadide fıstıkların, 40 gün 40
gece fındıkla bekletildikten ve fındığın rehasını kaptıktan sonra çiftler
haline getirilip, Mavi Tuna valsi eşliğinde lokuma eklenmesiyle hazırlananlar
gibi olur …
Yemeğimiz bittiğinde, paylaşmak
üzere tatlılardan “Yasemin’in Pastası”nı seçtik. Meğer düdüklü tencerede pişermiş. Pasta Şefi'nin annesi Yasemin
Hanım'ın özel tarifiymiş ve düdüklüde
pişirmeyi de icat eden oymuş…
İşte hikayelerin burası
koptuğumuz anıydı! Masalcı garson,
Emre’yi durdurup “yahu bu pastanın
kreması mı, keki mi düdüklüde pişiyormuş”
diye aynı anda sorduk.
130 günlük ekşi maya olsun, ördek
yağında pişen dana incik olsun ya da mercimekli minekop gibi şeyler
uzmanlığımızın dışındaydı fakat düdüklü tencere öyle mi? Her Türk kızı gibi biraz
anlıyorduk düdüklüden...
Emre, beklemediği soru karşısında
“Bi-bi-bilemedim sorup geleyim” dedi. Döndüğünde de
bilmeyecek ne var canım! “ dediğim gibi,
düdüklüde hamuru pişiriliyormuş” diye cevap verdi.
Edayla bakıştık, Emre'nin
uzaklaşmasını bekledik, normal kek hamuru pişirmenin, düdüklü
tencerelik bir işi olmadığına, o yıllarda Yasemin’in ya kek kalıbının ya da
fırınının olmadığına karar verdik…
Yapılan şeyin yanında anlatılacak
bir hikaye, daha da ötesi hikayeyi dinleyecek birileri varsa değerli oluyordu
herhalde.
Bereket versin, hikayeci garson,
masanın- bardağın hikayesini anlatmadı da onlara da bir diş atmak zorunda
kalmadık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder