13 Ağustos 2015 Perşembe

Neyse ki masalara ve bardaklara da bir diş atmak zorunda kalmadık


Dün akşam Galata’da, manzarası, yemekleri ve  hatta şefleriyle ünlü olduğu söylenen bir yere gittik. Tam mekanın terasa açılan kapısından geçerken arkadaşım Eda'nın, “garson beye yol verelim” diye gösterdiği nezaketin, esasında şefe “garson” demek suretiyle kırılmış bir pot olduğunu, alıngan şefimizin kendini tanıtmasıyla öğrenmiş olduk. 




Servisimizi üstlenen Emre (şef bize darıldı ki bir daha hiç masalardan tarafa uğramadı) ilk olarak masaya ekmek ve cevizli muhammara getirdi. “Servis ettiklerimi anlatmamı ister misiniz?”diye sorduğunda, ufacık afallasak da hemen toparladık ve durumu önemsediğimizi gösterip dinlemeye başladık.


“Efendim, ekmek ekşi mayadan yapılıyormuş... Ekşi maya en az 130 günlükmüş… Yanında servis ettikleri muhammaranın altındaki zeytinyağı maydanozluymuş… Maydanozla zeytinyağı bilmem ne kadar süreyi birlikte geçiriyorlarmış…

Ana yemeklerin servisi yapıldığındaysa ne yapacağımızı önceden biliyorduk… Madem yemeklerin hikayesi de fiyata dahildi, itiraz etmeden arkamıza yaslandık ve dinlemeye başladık.

Menüden seçtiğimiz; minekop, daha lezzetli olsun diye  evde küvette sevgiyle büyütülüyor!!!  mercimek yatağında servis ediliyor, dana incik ise incitilmeden, ince ince  tiftiklenip ördek yağında kızartılıyor, tarçınla baharatlanıyormuş… ve daha hatırlayamadığım, sürüyle başka incelikli detaylar…





Böyle dangur dungur yazdığıma da  bakmayın, hepsi peri masalı tadında; tatlı ve akıcı ama uzun uzun anlatıldı.

Hatta bu minekopla, danaya gösterilen özeni de ülkemizde insanlar birbirine gösterse, lokum gibi memleket olur burası diye düşündüm. Öyle sıradan lokum da değil tabi!  Antep'ten gelen nadide fıstıkların, 40 gün 40 gece fındıkla bekletildikten ve fındığın rehasını kaptıktan sonra çiftler haline getirilip, Mavi Tuna valsi eşliğinde lokuma eklenmesiyle hazırlananlar gibi olur …

Yemeğimiz bittiğinde, paylaşmak üzere tatlılardan “Yasemin’in Pastası”nı seçtik. Meğer düdüklü tencerede  pişermiş. Pasta Şefi'nin annesi Yasemin Hanım'ın özel tarifiymiş  ve düdüklüde pişirmeyi de icat eden oymuş…

İşte hikayelerin burası koptuğumuz anıydı!  Masalcı garson, Emre’yi durdurup “yahu bu pastanın kreması mı, keki mi  düdüklüde pişiyormuş” diye aynı anda sorduk.

130 günlük ekşi maya olsun, ördek yağında pişen dana incik olsun ya da mercimekli minekop gibi şeyler uzmanlığımızın dışındaydı fakat düdüklü tencere öyle mi? Her Türk kızı gibi biraz anlıyorduk düdüklüden...
Emre, beklemediği soru karşısında “Bi-bi-bilemedim  sorup geleyim” dedi. Döndüğünde de bilmeyecek ne var canım! “ dediğim gibi, düdüklüde hamuru pişiriliyormuş” diye cevap verdi.

Edayla bakıştık, Emre'nin uzaklaşmasını  bekledik,  normal kek hamuru pişirmenin, düdüklü tencerelik bir işi olmadığına, o yıllarda Yasemin’in ya kek kalıbının ya da fırınının olmadığına karar verdik…

Yapılan şeyin yanında anlatılacak bir hikaye, daha da ötesi hikayeyi dinleyecek birileri varsa değerli oluyordu herhalde.

Bereket versin, hikayeci garson, masanın- bardağın hikayesini anlatmadı da onlara da bir diş atmak zorunda kalmadık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder