13 Aralık 2015 Pazar

Varsa yoksa Yandex


İstanbul'da yaşayanlar bilir, İBB trafik kontrol merkezi ya da Yandex kontrol edilmeden ayağımızı dışarı atmayız. Ayağımız zaten dışarıda ise lokasyon değiştirmeden evvel, illa ki Yandex! En azından benim için öyle. 

Trafik olmayan yoldan gideyim kısmını çoktan geçtik. Şanslıysak ve alternatifimiz varsa daha az trafik olan yolu kullanmak ama en çok da neyle karşılaşacağımızı görüp, psikolojimizi kaç saat yollarda kalacağıma hazırlamak için Yandex... Bazen evdeyken ve hiç bir yere gitmeyecekken, sadece trafiğe girmediğim için,  ne kadar şanslı olduğumu görmek için Yandex! Trafikte sıkılmışken kim ne yazmış, kime söylenmiş, okumak için Yandex! Hatta yazmak, yazılanları cevaplamak için Yandex! 

Neler var neler;

Maniler yazanlar,
Tuttuğu takıma tezahürat yapanlar,
Emniyet şeridine girenlere iyi niyet!! mesajları yollayanlar,
Arka stopları yanmadığı için uyarılanlar,
Mavi kırmızı ışıldaklı arabalara; "herkes de sivil polis a.k...." diye sinirlenenler,
Dur kalk trafikte yandan sigara isteyenler, ve daha neler neler...



Ara sıra da trafik kazası vs. gereksiz bilgilendirme mesajları... Gereksiz!

Sosyal medyada izi olmayan bir insanım ama Yandex'in hastasıyım.


Navigasyon özelliğiyle biraz sallanmakta ama biraz da macera lazım derseniz neden olmasın!  Nasıl mı? Çekmeköy'den Kozyatağı'na giden yolda, müzmin trafikte, bir gün, "nasılsa yandex" var diye saçma sapan bir yola sapıyorsunuz. Kendinizi Ümraniye'nin hiç bilmediğiniz arka sokaklarında sürerken buluyorsunuz. İlk beş dakika ilerliyor olmanın hafifliğiyle mutlulukla devam edip sonrasında Yandex'inize "Kozyatağı'na sürelim" diyorsunuz. "Rota hesaplandı" diye cevaplıyor sizi. 



Biraz sağ, biraz sol derken birkaç yıldır metro inşaatı nedeniyle kapalı olan Ümraniye'nin ana caddesinin barikatlarının önünde buluyorsunuz kendinizi. Karşınızda görevli bir amca "kızım kapalı bu yol, sağdan devam edeceksin" diyor. Çaresiz sağdan devam ediyorsunuz. "Rotadan çıktınız, rota hesaplanıyor" diyor bizim kız. Tekrar sağ, sol diyerek yine aynı amcanın üzerine doğru sürerken buluyorsunuz kendinizi. Böylece amcanın gözünde gerizekalı kadın sürücü imajı da iyice pekiştiriyorsunuz. 

Navigasyonda patlak, yoğunluk haritasında ok, sosyal medyam olarak 10 numarasın Yandex.

Sloganımdan tanıyın beni;

İstanbul trafiğinin ustasıyım, Yandex'in hastasıyım!

13 Ağustos 2015 Perşembe

Neyse ki masalara ve bardaklara da bir diş atmak zorunda kalmadık


Dün akşam Galata’da, manzarası, yemekleri ve  hatta şefleriyle ünlü olduğu söylenen bir yere gittik. Tam mekanın terasa açılan kapısından geçerken arkadaşım Eda'nın, “garson beye yol verelim” diye gösterdiği nezaketin, esasında şefe “garson” demek suretiyle kırılmış bir pot olduğunu, alıngan şefimizin kendini tanıtmasıyla öğrenmiş olduk. 




Servisimizi üstlenen Emre (şef bize darıldı ki bir daha hiç masalardan tarafa uğramadı) ilk olarak masaya ekmek ve cevizli muhammara getirdi. “Servis ettiklerimi anlatmamı ister misiniz?”diye sorduğunda, ufacık afallasak da hemen toparladık ve durumu önemsediğimizi gösterip dinlemeye başladık.


“Efendim, ekmek ekşi mayadan yapılıyormuş... Ekşi maya en az 130 günlükmüş… Yanında servis ettikleri muhammaranın altındaki zeytinyağı maydanozluymuş… Maydanozla zeytinyağı bilmem ne kadar süreyi birlikte geçiriyorlarmış…

Ana yemeklerin servisi yapıldığındaysa ne yapacağımızı önceden biliyorduk… Madem yemeklerin hikayesi de fiyata dahildi, itiraz etmeden arkamıza yaslandık ve dinlemeye başladık.

Menüden seçtiğimiz; minekop, daha lezzetli olsun diye  evde küvette sevgiyle büyütülüyor!!!  mercimek yatağında servis ediliyor, dana incik ise incitilmeden, ince ince  tiftiklenip ördek yağında kızartılıyor, tarçınla baharatlanıyormuş… ve daha hatırlayamadığım, sürüyle başka incelikli detaylar…





Böyle dangur dungur yazdığıma da  bakmayın, hepsi peri masalı tadında; tatlı ve akıcı ama uzun uzun anlatıldı.

Hatta bu minekopla, danaya gösterilen özeni de ülkemizde insanlar birbirine gösterse, lokum gibi memleket olur burası diye düşündüm. Öyle sıradan lokum da değil tabi!  Antep'ten gelen nadide fıstıkların, 40 gün 40 gece fındıkla bekletildikten ve fındığın rehasını kaptıktan sonra çiftler haline getirilip, Mavi Tuna valsi eşliğinde lokuma eklenmesiyle hazırlananlar gibi olur …

Yemeğimiz bittiğinde, paylaşmak üzere tatlılardan “Yasemin’in Pastası”nı seçtik. Meğer düdüklü tencerede  pişermiş. Pasta Şefi'nin annesi Yasemin Hanım'ın özel tarifiymiş  ve düdüklüde pişirmeyi de icat eden oymuş…

İşte hikayelerin burası koptuğumuz anıydı!  Masalcı garson, Emre’yi durdurup “yahu bu pastanın kreması mı, keki mi  düdüklüde pişiyormuş” diye aynı anda sorduk.

130 günlük ekşi maya olsun, ördek yağında pişen dana incik olsun ya da mercimekli minekop gibi şeyler uzmanlığımızın dışındaydı fakat düdüklü tencere öyle mi? Her Türk kızı gibi biraz anlıyorduk düdüklüden...
Emre, beklemediği soru karşısında “Bi-bi-bilemedim  sorup geleyim” dedi. Döndüğünde de bilmeyecek ne var canım! “ dediğim gibi, düdüklüde hamuru pişiriliyormuş” diye cevap verdi.

Edayla bakıştık, Emre'nin uzaklaşmasını  bekledik,  normal kek hamuru pişirmenin, düdüklü tencerelik bir işi olmadığına, o yıllarda Yasemin’in ya kek kalıbının ya da fırınının olmadığına karar verdik…

Yapılan şeyin yanında anlatılacak bir hikaye, daha da ötesi hikayeyi dinleyecek birileri varsa değerli oluyordu herhalde.

Bereket versin, hikayeci garson, masanın- bardağın hikayesini anlatmadı da onlara da bir diş atmak zorunda kalmadık.


24 Temmuz 2015 Cuma

Bi daha da sen sakın bilet alma!



Uykusuz’un son sayısında Alpay Erdem’i okuyorum. Saat 18.35’e almaya çalıştığı uçak biletini bilgisayar başında geçirdiği  bir saate rağmen sabah 08.35 aldığını ve bunu da 15-20 dk sonra telefonuna gelen sms ile farkettiğini anlatıyor. Sevgili eşi Özlem devreye girip düzeltiyor “bi daha da sen sakın bilet alma” diyor…

Özlem’i arayıp dertleşesim, “ kızım bu da ne ki, bi de bizim evdekini gör!” diyesim geliyor… (Bu laubali konuşmama bakmayın, tanışıklığım yok.)

Evdeki organizasyon ve tatillerin müdürü benim. Ama zorunluluktan… Hani içmeye gidersin arkadaşınla da o senden daha hızlı içer sarhoş olur, sen de olay kontrolden çıkmasın diye toplarsın kendini… bi daha da bu “pis” ile içen ne olsun dersin… Benimki o hesap!

Nereye gidilecek, ne kadar kalınacak, oradayken civarda nereler gezilecek, uçak ve otel rezervasyonları vs. benim sorumluluğum.
Gittiğimiz yerlerde, ne yenir, ne içilir, hangi kafe restaron iyidir bunlar da eşimin görevi. Bir de tren ve metrolara makinelerden biletleri o alıyor. Makine İtalyanca da İspanyolca da olsa anlıyor ve alıyor valla! Ne güzel alıyor, hep doğru yere gidiyoruz, ne kadar akıllı.

Bir de sokakta ondan sigara isteyen berduşlara ve öğrencilere sigara veriyor. Hep gelip ondan istiyorlar. O da hiç kırmıyor.  Kızların sigarasını yakıyor falan… “Hep iyi niyetimden” diyor. Bence benimkinden… :)

Tekrar bilete dönüyorum.

Bundan yaklaşık 2 sene evvel;

Bir gün, akşama süprizim var diyor. THY de promosyon varmış bu defa da “prensesime ben süpriz yapıyorum” diyor (ama ne süpriz) . Ayy nasıl seviniyorum. Akşam olup iş çıkışında evde bir araya geldiğimizde ağzını bıçak açmıyor.

“Kimdi olum beni arayan öğlen, süprizim var” diyen “seni gezmelere götüreceğim” diye vaadlerde bulunan?

“Beebebe ben Bodrum bileti almıştım” diyor;

Ama biletlere göre Cuma akşamı Istanbul’dan Bodrum’a gitmeliyiz fakat ne yapıp edip iki gün önce Bodrum’dan İstanbul’a dönmeliyiz…

İşte o gün bugün bi daha da biletleri hep ben alıyorum.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Leylek getirirse bana uyar…


Anne olmak nasıl diye soruyorum yakın bir kız arkadaşıma;  "5. kattan kafa üstü çakılmış fakat bir şekilde hayatta kalmışsın ancak içerideki kalıcı hasar sebebiyle bir daha asla eskiye dönemeyeceğini bildiğin halde kendini iyi hissettiğin bir durum" diye açıklıyor.



Diğeri 2 çocukla yorgun ama mutlu olduğunu söylüyor.

Çocuk istemediğini kariyer yapacağını söyleyen bir diğeri ilk eşinden boşanıp 2. evliliğini yapıyor ve 3 tane çocuk doğuruyor ve kariyerine ev hanımı olarak devam ediyor.  İlk çocuk kazara oldu diye düşünüyorum diğerleri de geçirdiği travmadan sonra bilinçsizce... ya da ilk kocanın  genlerini beğenmediydi :)

Kasa kuyruğunda elinde zıbınla sıra bekleyen kadın, arkadaşına “sen düşünmüyor musun 2. yi ? “ diye soruyor. “Aaaa yok yoook!  psikolojim 2. yi kaldırmaz” diyor. Sanki ağır bir depresyonu yeni atlatmış gibi...

7  yaşında bir kızı olan yakın arkadaşım "hadi doğur artık!" diyor  "ortada rahat, rahat dolanıp sinirlerimi bozma benim…” 

Annelerimiz ara sıra seni doğuracağıma taş doğursaydım diyor…

Ayrıca atasözlerimiz  de çocuk sahibi olmak için epeyce havaya sokuyor insanı!

Çocuk büyütmek taş kemirmek, (dişler yaşlılıktan değil, çocuk büyütmekten dökülüyormuş zaar)
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez (vakti geldi mi bi türlü uyutulamayan çocuk yüzyıllardır sıkıntı belli ki)
Yağmur yağıp durmaz, çocuk doğru durmaz ( günümüzde “hiper-aktif, çok akıllı bizim çocuk" kılıfına gizlenen çocuk modeli)
Çok çocuk anayı şaşkın, babayı düşkün eder (kıçı başı dağıtmış analar, ay sonunu denkleyemeyen babalar…)
Besledik büyüttük danayı, şimdi tanımaz oldu anayı, babayı (bunlar da huzur evlerine bırakılmış yaşlı anne babalar…)

Sonra da çocuk sahibi olmak  dünyanın en güzel duygusu diye konu bağlanıyor!!! Bu güzel duygu nerede yav? Arada kaçırdığım ne var?.
Biraz cesaret verin de menopoza girmeden doğuracaksam doğurayım.
“Aman geç kalma, hadi kızım hadi yavlum  sonna çocuğun olmaaz üzülürsün”  diyen teyzeler size sesleniyorum!
Olduktan sonra üzülürsem ne olacak? Sen bakar mısın? Çişiydi, kakasıydı, gazıydı, hastalığıydı, uykusuydu, uykusuzluğuydu… ilgilenir misin? Okul çağına geldiğinde her yıl 40-50 bin lira  en az 12 sene boyunca verir misin? Üniversiteyi de hesap edecek olursak 16 sene…

Hayatta kalıcı olmak için, harika genlerimin (sizi bilemem, benimkiler harika J !!!) devamlılığını sağlayacağım, iz bırakacağım bir eser gibi görsem motive olur muyum? 
Madem Mona Lisa’yı benden önce Leonardo boyadıysa ve bana yapacak daha iyi bir şey kalmadıysa muhteşem bir çocuk doğurayım !! Bu mudur motivasyonumuz?


Bence  bizimkini leylekler getirsin, memnun kalmazsak sonbaharda dönerlerken geri veririz…


5 Şubat 2015 Perşembe

Hala konuşulanları anlıyorum

Candy  mandy demeyin yuva yıkar Allah'ıma…
 
Geçenlerde sohbet ettiğim bir arkadaşım eşiyle ilgili serzenişte bulunuyor; “yemeğimizi yiyip balkona kahvelerimizi içmeye çıktık” istiyorum ki iki çift laflayalım sohbet edelim! nerede! Dalmış Candy Crush’a değil sohbet etmek dansöz kıyafeti giyip, zil takıp oynasam beni fark edecek hali yok diyor.
 
Bir gün sırf araştırmacı kişiliğim!!! sebebiyle  Candy Crush oyanıp ne olduğunu anlamak istedim. 15-20 dakika boyunca eşimin “Hayırr o sırayı patlatma!!! Vay beceriksiz, pembeler dururken mavileri niye patlattın..” “ Lan bırak mundar ettin oyunumu”  tezahüratları arasında…
 
 
 
Epi topu 3-4 tane aynı renk şekeri aynı hizaya getirip patlatıp yok ediyoruz 3. Dünya savaşı başlatacak ya da yönetecek taktiklere ihtiyacımız yok! Hırsa bak!
 
3-5 liraya can satın al, canına can kat, güçlendirici al, oyuna kesintisiz ve yenilmez bir şekilde devam et… Hırslan, hırslan - sonra para harca - opsiyonları işin içine girince, bu Feysbuk  dünyanın en  yaygın soft kumarhanesi olmuyor mu?
 
Bak nerelere vardım! Yakında, futbol oynayan çocukların, topunu kaçırdıkları balkondan çıkıp “keserim ulen …” diyen kocakarı modeline bağlayacak kıvama geliyorum J
 
10 yaşındaki Emre;  “Bu seviyeyi senin için geçtim”
 
“Baaak Çiğdem Abla dünyanın en zor! oyununda bu seviyeyi senin için geçtim”
Havalara bak!
Sanki beni ejderhadan kurtarıyor! Neymiş  i-paddeki oyunda seviyeyi benim için geçmişmiş…  Ayy ne tatlı şey! Şimdiye kadar kimse, benim için seviye geçmemişti… Hatırlat, ben de senin için, dilimi burnuma değdireyim. Al bak, hem zorlu, hem de gerçek bir iddia!
 
Görüldüğü gibi yeni nesil ve hatta kendi neslim ile bir kuşak farkı içindeyim.
 
Hala konuşulanları anlıyorum buna da şükür, yakın gelecekte ne olurum bilmem .