3 Aralık 2014 Çarşamba

Ehh 1 Euro’ya da bu kadar heyecan, bu kadar olay satın alınır!


Sayısalda şimdiye kadar en fazla 3 bildim. Piyangoda, son 2 den öteye geçemedim. Şans topu vb. oyunlarındaysa hatırımda kalan bir amorti dahi yok. Hadi durumu biraz daha zorlarsam; kazı kazan oynayıp fazladan  3-5 tane daha kart kazanıp, kazımışlığım  olabilir, o kadar! Onun da finali  malum; tırnaklarda kirdir! Buna rağmen, her gördüğüm yerde herhangi bir şans oyunundan bir tane mutlaka alırım.

Bu durumu ‘yenilen pehlivan’ olarak tanımlayacak olanlar olabilir. Ben öyle bakmıyorum, en klasiğinden, en absürdüne alabildiğince hayal kurduran olayın “kafasını” seviyorum.

Aşağıdaki modası geçmeyen piyango hayallerine birlikte bi göz atalım!

•       Cumartesi çekilen sayısal sonucu, Pazar sabahı internetten kontrol edilirken, ertesi gün için kurulan  "işe gitmeme" hayalleri…
•       Tatilde alınan şans oyunlarının, tatil bitmeden kontrol edilebilmesi durumunda  "İstanbul’a ( ya da yaşadığınız şehir neresi ise) dönmeme" hayalleri…
•       Sonuçlar ofiste kontrol ediliyorsa, ögle yemeğine çıkıyor gibi yapıp, "ofise geri dönmeme" hayalleri…
•       Yeni yıl gecesi büyük ikramiyenin kazanılması durumunda "yeni yıla zengin girme" hayalleri…

Bunların birini bile aklına getirmemiş olan biri var mı acaba?


Bir de “Parayı buldum ne yapacağımı şaşırdım” hayallerine bakalım;

•       Bir arkadaşım  yatağını Swarowksi taş kaplatıp, gerekirse  üzerinde hint fukarası gibi yatacağını söylerdi. Bu  Bülent Ersoy kafası oluyor herhalde
•       Bir diğeri de, her gün cep telefonunu atıp, ertesi gün yenisini almayı planladığını söylerdi.  Tüketim manyağı kafası
•       Bir tanesi kendisinin “İnci Küpeli Kız” portresini yaptırmayı istediğini söylüyordu.  Rönesans kafası
•       Kemal Sunal da “Korkusuz Korkak” filminde, hasta olduğunu ve kısa zamanda öleceğini düşündüğünden kendisine çıkan tüm ikramiyeyle lüks bir umumi tuvalet yaptırıyordu. Bana bir faydası olmayacak bok yoluna gitsin kafası herhalde!

Bense;  Tembel hayvan çiftliği kurmak istiyorum. Hepsinin de beslenmesinden, bakımından sorumlu olacak ve hayvancıkların ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak tembelliğin hakkını verdirecek  birer bakıcıyla...



Kıyamam! Şu sevimliliğe bak! Hayvan her işini kendi gördüğü halde, yavaş hareket ediyor diye bu isim reva mı?

Tabi bunun dışında spontane hayallerim olmuyor değil.

Mesela bu yaz başındaki İtalya seyahati dönüşü 20 milyon Euro ikramiyeli sayısaldan alma gafletinde bulunduk.

Daha parayı bulmadan, karı-koca kurduğumuz saçma hayallerle “başka dünyaların insanı” olduğumuza karar verdik. Ben İtalya’da Bolonya’da kalmaya,  eşimde (bu bağlamda eski eşim olacaktı) Roma’ya yerleşmeye karar verdi.

Bunun üzerine hırslanıp, İtalya’nın en yüksek tirajlı gazetesine tam sayfa “sayısal milyoneri genç güzel dul, Bolonya’lı ikizleri arıyor” diye ilan vereceğimi söyledim. (‘ne ikizi bu’ diyecek olursanız; bileti almadan  önceki akşam, spor salonundan çıkarken gördüğümüz yakışıklı kardeşler… Hehehe)

İlan sonrası şehirde yaşayan tüm  ikizler, şık bir  otelinin lobisinde  yapılacak seçmelerde kuyruk olacaktı! Ve kuyrukta  “Onlar biziz, onlar biziz!” diye bağıracaklardı!

Bu hayali duyan eşim, kendi hayallerine konsantre olmakta zorlanmaya başladı vee…  bana yardım etmeye  karar verdi!!!  Nasıl bir yardımın olacak diye sorduğumda  da; “aradığım ikizler olmadığına kaanaat getirdiklerimi, beni boşuna meşgul ettikleri için (!) dövebileceğini, doğru olanları bulduğumuzda da  öldürebileceğini söyledi (eğer istersem yaniii).  Az evvel beni oracıkta terk edip Roma’ya yerleşmeye karar veren kocam, beni aslındaa nasılll da seviyoooduuu!

Bu hayal sayesinde birbirimizin kıymetimizi anlamış, bilete bir şey çıkmadan ve boşanmaya gerek kalmadan tekrar kavuşmuştuk.

Ehh 1 Euro’ya  da bu kadar heyecan, bu kadar olay satın alınır!

Şimdilerde  yılbaşı çekilişinde aklım. Büyük ikramiye 50 milyon, çeyrek bilet 12,5 TL imiş.



Hadi bakalım; herkesi bilet almaya davet ediyorum! Sonuçlar açıklanıncaya kadar da boş durmayıp, hayal kurmaya!

Şimdiden herkese gönlünce bir yıl diliyorum.

25 Kasım 2014 Salı

40 Gün 40 Gece Sürer Bizim Evin Temizliği



Deterjan reklamlarında oynayan ünlü yüzlere biraz üzülürüm. Aylarca, hatta yıllarca, bulaşık deterjanıydı, çamaşır deterjandı yumuşatıcıydı derken, akıllara bu kariyerleriyle kazınıp kalıyorlar. En azından benimkine…

Herhangi birini, bir dizide ya da bir sohbet programında görecek olsam; “şişşt kızz! bulaşığı, çamaşırı  yıkadın mı oynuyon” diye  sorasım geliyor. Bana göre öncelikleri;  o temizletecekleri şey ne ise, o artık!
Berna Laçin, Pınar Altuğ, Çağla Şıkel, Özlem Tekin… Ne isimler, ne isimler! Normalde bu tanınmış kişiyle özdeşleşmem, reklamın içine dalıp onlarmış gibi hissetmem bekleniyor ya!  Hiç de bile özdeşleştirmiyorum. Hem niye temizlik yapan biriyle özdeşleşeyim?
Hatta üzülüyorum onlara! Öyle, böyle didin kariyer yap,  sonra deterjanla, yumuşatıcıyla boğ  onu!


Geçen gün ofiste toplantımın ortasında, zar-zur telefonum çaldı. Arayana baktım, Hanım Abla; yani  haftada bir evimize temizleğe gelen ablamız.
Daha gelmesine 4-5 gün vardı ve bu hiç iyiye alamet değildi! Toplantı sonrasında aramak üzere telefonu sessize aldım ama  sonra günün koşuşturmacasında unuttum.

Akşam neden sonra aklıma geldi ki; o esnada Kuzguncuk’ta bir balıkçıda üniversiteden bir kız arkadaşımla yeyip içmekteydik. 

Sohbetin ortasında izin istedim ve aradım. Daha 2 kez çalmadan telefona bakan Hanım Abla artık bize gelemeyeceğini ,tam zamanlı ve sigortalı bir iş bulduğunu söyledi…
Ne denir? “Hayırlısı olsun” dedim.

Ona mı sevineyim, kendime mi üzüleyim derken arkadaşım Berna vaziyeti anlayıp “ ahh yazııık sanaaa, ne yapaksııın, yandın…”  diye bir dram başlattı. Hatta bu kadarla yetinmedi “insan sevgilisinden ayrılsa, hayatı bu kadar altüst olamaz, düzeni bozulamaz” gibi yorumlarla dozu, iyicene arttırdı. Tüm bu diyaloglar sürerken bize eşlik eden Yeni Rakı, Berna’yla kol kola girdi ve dram uzayıp gitti.

Ne yapacaktım cidden, hemen nasıl birini bulacaktım. Birini buluncaya kadar bir süre ben yapmalıydım temizliği, ütüyü, kılı, tüyü… Berna, adam akıllı haklıydı işte!

Birkaç geçici tedbir alabilirdim;
·         Her gün değişen çamaşır ve çorapları minimum 3 gün giymek, 
·         Kağıt tabak, plastik çatal- bıçak ve kağıt bardak kullanmak,
·         Evi kirletmesinler diye kedileri sokağa atmak,
·         Hatta oldu olacak kocayı da  1 er hafta ablalarına yatıya göndermek (kedilerle aynı sebepten)…

Tüm bu zalimlikler yerine, “hadi kızım biraz cesaret deyip” Pazar günü ütü yaptım. 5 saat sürdü! Bir yerini ütülerken, diğer tarafını kırıştırdığım gömleklerle cebelleşip durduğum 5 koca saat.

Yerleri süpürmek, silmek, hatta camları  temizlemek gibi dahası var önümde! Her Pazar birini yapsam, benim temizlik, peri masalı gibi 40 gün 40 gece sürer. Tekrar aynı işe sıra gelinceye kadar da evi bok götürür ki; böyle bir masal okumuşluğum yok.

Yokk, yok! Benim derhal  birini bulmaktan başka kurtuluşum yok!

Bu hafta itibariyle güle oynaya işe geliyorum. Çay kahve eşliğinde bilgisayarımın karşısında işlerimi yapıyor ve  bir türlü bitiremediğim ütüyle  kırılan öz güvenimi, ofiste biraz tamir ediyorum. Ta ki haftaya Pazar’a kadar…

Bu akşam TV de kanallar arasında gezinirken, kucağında  Persil’iyle Pınar Altuğ çıktı karşıma, dedi “ohhh kapak olsun! Ben üstüne para alıyorum, seninki komple amme hizmeti!”

Bildiğiniz “eziğim” bu hafta!

10 Ekim 2014 Cuma

Bir 'Gezi' Yazısı

Geçen yıl yaptığımız kısa İtalya seyahati, Haziran ayındaki  Gezi Parkı olaylarının hararetli dönemine denk  geldi. Seyahat öncesinde rezeryasyonda yaşadığım sıkıntıyı, aracı firmayı saf dışı bırakıp direkt otel ile kontağa geçerek çözdüm ve bu sayede Andrea ile tanıştım.

Andrea’ sorunu çözmekle kalmayıp uçacağımız güne kadar iletişimde kalmaya devam etti. Yazışmalarımızda  Gezi de olup bitenlere  karşı olan bilgisi ve ilgisiyle aktivist kimliğini de ortaya koydu...

Maillerinden birinden verdiğim aşağıdaki kesitle heyecanını bir nebze olsun aktarayım;

Ciao Cigdem. I understand that is a terrible period in your country....TV in Italy don't tell us anything about your situation...our government is afraid that WE MAKE A REVOLUTION also in Italy...we are ready... We want a NEW GREEN PACIFIC WORLD....nothing else.

Roma’ya gitmeden önceki son gün Andrea, istersek bizi hava alanından alabileceğini  söyledi. Başka seyahatlerimizde görmediğim ilgi alakayı görüyor, Andrea’nın böbreğimizi çalacağından  ya da başka bir kötülük düşündüğünden korkmaya başlıyordum. Nazik teklifini teşekkür edip reddettim.

Fiumicino hava alanından  Havaş benzeri bir şeyle şehre geldik ve indiğimiz yerden yaklaşık 1 km lik mesafede olan otele yürüdük. Andrea bizi sevip, böbreğimizi çalmaktan vazgeçer belki diye de bizim hava alanından fıstıklı lokum almayı ihmal etmedim.

Sevgi gösterileriyle bizi birer “kahraman” gibi karşılayan Andrea’yla check-in sırasında 15-20 dakika Gezi olaylarını, İtalya’da olup bitenleri, yani bildiğin; memleket meselelerini  konuştuk. Berlusconi hala başbakanları olsa  şöyle bir ağız tadıyla “Amann yaa bu da adam değil ama ne yapacaksın alternatifi yok” diyesim vardı!! Ama kısmet değilmiş. Yeni başbakanları Enrico Letta da  yok o malzeme. Medyatik değil, öyle hatırı sayılır bir rüşvet, adam kayırma, seks, uyuşturucu partisi, vb. bir olayı yok adamın… Yani adam; sıkıcı, vasat, donuk!

Bu kadar memleket meselesi üzerine,  “akşam nerede, ne yenir,   nasıl gidilir?”  gibi  basit, gündelik, turistik ipuçları istemeye utandık. Ne de olsa kahramandık ve kahramanlar başlarının çaresine bakardı.

Ertesi sabah günaydınlaşıp resepsiyondaki haritalardan birini rica ettim. Haritayı vermeden önce açtı, önce nerede olduğumuzu işaretledi ve hükümet binası olduğunu  anlayabildiğim  bir yer tarif etti. O gün öğleden sonra mutlaka uğramamızı tembih etti.  

Nihayet Andrea gündelik turistik kaygılarımızı anlamış bize ipuçları mı veriyordu ne!

Rio karnavalı tadında bir geçit töreni  ya da güzel bir sokak konseri, ne bileyim bir panayır  veya benzeri bir etkinlik bekliyorken tarif ettiği noktada “hükümet karşıtı yapılacak  protestolar olduğunu vereceğimiz destekten onur duyacağını” söyledi.

!!!!

Acaba anarşik bi tipimiz mi vardı? Ve nerede ve nasıl olursa olsun protestoya hazır gibi gözüküyordu?? Ya da biber gazı ve tazyikli su bağımlısı gibi mi?
Andrea’yı kırmamak daha da ötesi kahraman kimliğimizden ödün vermemek için gideceğimizi söyledik.
Gittik de!
Daha çok merak edip önünden geçtik, uzaktan baktık, diye itiraf etmek istiyorum.
Ellerindeki pankartları taşımaya üşenen 50-60 kişilik bir topluluk -yani bir avuç insan… Görünürde ne polis, ne toma, ne de biber gazı… Demokratik bir eylemin temel direği olan hiçbir unsurun! orada bulunmaması sebebiyle beğenmedik, biraz uzaktan seyredip gittik.

Gezi yazısı deyince ne sandınız? Gezi blog’u mu yazacaktım? Yok, artık J İşte benden çıkacak “Gezi” yazısı budur. Oraya gidin, bunu burada yiyin, mutlaka şunu bunu yapmadan, görmeden gelmeyin gibi ipuçları beklemeyin! Vermem. Herkes gitsin, kendi tecrübesini yaşasın.

1,5 yıl sonra Andreacığıma da buradan selamlar. Çok tatlısın, böbreğimizi de çalmadın, cansın. Hatta  hakkında böyle düşündüğüm için utandığımı da itiraf etmek istiyorum ama protesto desteği yerine keşke Sistine Şapeli için ‘online rezervasyon’ yapın önerisinde bulunsaydın ya! Böylece girmeye cesaret bile edemediğimiz (en az yarım gün beklemeli) kuyrukla muhatap olmadan şapeli gezer, görmeden gelmezdik.

13 Temmuz 2014 Pazar

Karma, kardeşim karma! Olduğu gibi kalsın


Bu sıralar Karma felsefesine sardım. İtiraf ediyorum internet başındaki mesaim kısmen bir zaman kaybıydı. Hinduizm, Budizm, Taoizm gibi çeşitli inançlarda ufak tefek değişikliklerle farklı yorumları olsa da hep aynı şeyleri söylüyorlar. Yoğun araştırmalarımın sonucunu “bugün yediğin hurmalar yarın kıçını tırmalar” şeklinde özetliyorum.
Yani bu öğreti bize hiç uzak değil! Bir sürü deyim ve atasözü var kültürümüzde…
Ne ekersen, onu biçersin!
Kendin ettin, kendin buldun!
Eden, bulur!
Rüzgar eken, fırtına biçer!
Yani yıllardır bizim kulaklarımıza çalınarak büyütüldüğümüz için midir nedir “bize her yer Karma” diyesim geliyor.
Bence birebir; pozitif bilimdeki Maddenin Korunumu Yasası’nı alıp şeklini değiştirmişler!  Madde asla yok olmaz, şekil değiştirir= davranışlar ve eylemler yok olmaz, şekil değiştirir!
Fizikten sıkılmış, felsefeye sarmış bir bilim adamının ortaya attığı bir fikirmiş gibi… Yaratıcılıktan uzak! Yaptıkları meditasyonlarında  söyledikleri en bilindik motto (mantra) “Om Mani Padme Hum” un bir anlamı olsa da (isteyen baksın http://tr.wikipedia.org/wiki/Mantra) kişinin tamamen kendisini iyi hissettiği sesleri çıkartaraktan oluşturacağı bir  meditasyon mottosu da sağlanabiliyormuş. Bu bağlamda “dum çıkı çık çık” ya da  “honki ponki toriro”  gibi sesleri motto olarak benimsersek de oluyor demek ki!

Bunca okumaya rağmen; Lüksemburg usulü Karma,  efendime söyleyeyim Norveç yatağında Karma kapama gibi kuzey Avrupa kökenli, zengin ülke versiyonu bir Karma çeşidine rastlayamadım.

Aklı başında bir mottom olsun bari diye orada burada okumaya ve  sağda solda bakınmaya hatta fikir çalmak adına gözlemlemeye devam ederken dün güzel bir motto önüme düştü. Dün gittiğim konserde sponsorlardan biri olan bir cips reklamında “hayatı dibine kadar yaşa!” diyordu. Harika!  Peki, bunu mısır cipsiyle mi yapacağız? 
Deneyelim bakalım;
-Naber abi?
-İyidir, ne olsun! Az evvel hayatın acı soslu versiyonunu dibine kadar yaşadım, yarın da peynirli de sıra inşallah
-Afiyet olsun, helal olsun sana be! Hep hayatı dibine kadar yaşa tüket! Aslansın!
Bununla ancak obez olunur.
Gerçek hayata dönelim; hayatı dibine kadar yaşayanlar bunun için öncesinde motto falan bulmuyor. Örneğin bizim evin son dönem favorisi, Instagram fenomeni ; Dan Bilzerian! 33 yaşında. Evleri, spor arabaları, yatları, özel uçakları, katıldığı araba yarışları, çevresindeki çıtır çıtır güzel hatunları, poker kariyeri ve silah koleksiyonuyla hayatın dibini bulmuş abi. 

Ha bir de birlikte kahvaltı ettikleri kedisi var.


Güzel insan Dan, zevki sefa içinde; vur patlasın çal oynasın… Sokmuş dünyanın götüne parmağını gününü gün ediyor. Ne motto gerek ne karma! Ne diyelim? “dur evladım karma diye bir şey var hayatta bu kadar azma kudurma bak  şimdiden  3 kez kalp krizi geçirdin. “Reenkarne olucan, sonraki hayatında sefalete düşücen azcık tevazu lütfen” mi? Hatta bir kız bulsun evlensin, hayatına bir çeki düzen versin, di mi yaa?
  
Bırakalım bu kocakarı yaklaşımını Dan’a buradan helal olsun diyelim.Helal olsun Dan! 

Onu bunu bilmem yaşayan yaşıyor! Yaşayamayan da karmaydı mantraydı yazıyor. Daha olmadı  kırk yılın başı da olsa  benim gibi blog yazıyor.


19 Mart 2014 Çarşamba

Hem Fesat, Hem Alaycı

Son 2-3 aydır ne spor yapıyorum, ne de hafta sonu yürüyüşlerimi… İlk başta mevsim dönümü, ‘canım istemiyor herhalde’ diye üstünde durmamıştım ama bunun mevsimle de, dönümle de ilgisi yokmuş!  Dönüşüm geçirdiğime karar  verdim.
Evde döne döne yatmak, film seyretmek, internette takılmak, uyumak, uyanmak, bir şeyler yemek ve bunları kısır bir döngüyle tekrar etmek istiyorum. Neşeyle, mutlulukla hiç sıkılmadan…
Artık bir nevi “koltuk patatesi*” sayılırım  (bkz.couch potato).
Şimdi anılarda kalmış, bir hafta sonu yürüyüşümü paylaşacağım. Belki gaza gelir hafta sonuna kadar toparlar, salarım kendimi,  açık havaya, doğaya, ormana…
Aralık ayının çok soğuk geçen günlerinden bir hafta sonu, yürüyüşümü uzun zamandır gitmediğim Belgrad Ormanı’nda yapmaya karar verdim. 96-2008 yılları arasında neredeyse hiç sektirmeden ya Cumartesi ya da Pazar koşmaya gittiğim bu çok sevdiğim yere, Anadolu yakasına taşındığımdan beri çok seyrek gider oldum. Tam dolduramazsa da Polonezköy’deki yürüyüş parkurunu onun yerine koymaya çalışıyorum.
Yıllar önce Vakkorama’nın katkısıyla açtırılan 6 km lik yürüyüş parkuru, birkaç yıl evvel  Fıratpen sponsorluğunda (aslında Nevzat Demir sponsorluğunda) yenilenmişti. Sporun ve sporcunun dostu Nevzat Bey’i de ormanda yürüyüş yaparken sık-sık görmek mümkün.

Günlerden Pazar, sabah saat 7.30 suları, hava 2-3 derece, yerlerde kırağı… Millet yememiş içmemiş o vakitte spor yapmaya gelmiş.  Ben de oradayım da, bi sor niye oradayım. Sordun mu?  J Tamamdır! Hem spordan geri kalmayacağım hemde sonrasında arkadaşlarımızla planladığımız kahvaltıdan...

Arabama zor park yeri buldum, kalabalık öyle böyle değil.

Vakti zamanında, “ıssız orası ıssız,  tek başına gitme!” diyen demode arkadaşlarıma da bilgi vereyim; ormanda,  Taksim olmasa da bir Nişantaşı kalabalığı mevcut. Nişantaşı benzetmesi, spor kıyafetlerdeki trendi açıklamak için de yerinde bir seçim oldu. Unisex trend; üst siyah body, alt siyah tayt, ayaklarda her renkten fosforlu spor ayakkabılar…

Bense üstümde polarım, altımda eşofmanımla oraya ait değilim! Olsam olsam lisenin beden eğitimi dersine ait olurum o da 90’lı yıllarda…
Yürüyenler arasında, kara tayt çetelerinden başka,  farklı kostümleriyle ormana renk katan; eşarplı, pardösülü, ev hanımlarıyla, teyzeler de var. Orman üçe bölünmüş durumda; ben, teyzeler ve kara taytlılar.

Tayt giyenlerin bir kısmı üstüne sort geçirmiş! Henüz yeterince spor yapmamış olduğundan  pide görüntülü  popoyu kamuflaj mıdır, yoksa alımlı kalçalarıyla  spora gelenlerin aklını başından almamak mıdır amaç  bilemiyorum ama merak içindeyim. Taytlılardan daha çok, şortluları merak ediyorum. Niye giydiniz yaa o şortları? Ne var altında?  Gelene geçene bakmaktan röntgenciye bağladım.  Ayy, kız pek çirozsun! Kuru göt tabir ettiğimiz…   Bacaklara bak, ne çarpık! O popo ne yaa! Değirmen taşı valla… Vay! abi de taşmış… Az dur bakim! 

Öyle böyle derken baktım ki; kalçaların şekline göre karakter tahliline girmişim (istemeyen beğenmesin!’ röntgencilikten daha iyi bir kariyer).

Yuvarlaksa; neşeli,
Genişse;  özgüvenli
Basıksa; içe dönük
Düşükse: alçak gönüllü
Sönükse: içten pazarlıklı
Etliyse; hayat dolu
Geniş ve sönükse; a-sosyal

Hahhaha   bir de okuyor musunuz? Uyduruyorum işte! Genetik olarak madem genler vurmuş, biz de vuralım.

İşte böyle karakter tahlilleriyle bir orman yürüyüşümün sonuna geldim. Eve gidince dolabımda taytım var mı diye baktım. Çoraptan hallice  bir tayt buldum (ki  evde tekken bile giymiyorum) sonra kendi karakter (!) tahlilimin yapılma ihtimalini düşünüp lise beden dersi formatımın iyi olduğuna karar verdim.


Yani tayt giymeyeceğim kesin ama bir güzellik yapıp kendi tahlilimi paylaşayım;  bir yanım fesat, bir yanım alaycı…