21 Ocak 2012 Cumartesi

Katilim aynı zamanda



Bahçede fare var. Fare dediysem de iri kıyım bir tanesi. Sıçan demek daha doğru. Bu ismi de çok rencide edici bulurum. Hayvan sevimsiz ve istenmeyen bir tür olabilir ama küçüklerini de alıp koynumuzda mı yatırıyoruz sanki! Hayır, ama boşaltım sistemi üzerinde de isim vermiyoruz.

Aylardan Nisan-Mayıs... Bahçede yaşamaya başlayacağım günler  çok yakında ama fare eve girecek diye ödüm kopuyor. En kısa zamanda kurtulmam lazım. Karşı komşumun rahmetli av köpeği Jessi hayatta olsa endişem olmaz. En fazla beş-on dakika içinde fareyi yakalar öldürür (ya da hareket edemeyecek kıvama getirir) tebrikleri kabul etmek için de salonun ortasına bırakıp çevresindeki dairesel turlarına başlardı. Ama kahramanım ne yazık ki artık yok.

Farenin sol arka ayağı aksıyor. Biraz cesaretli olsam, bahçe süpürgesini kolaylıkla kafasına indirebilirim. Çünkü bacağından dolayı çok hızlı hareket edemiyor ama gel gör ki bende o yürek yok!

Nalbura gidiyorum fare kapanı soruyorum. Nalbur uzun yıllardır bu soruyu duymamış gibi bakıyor. Bense “şu koca İstanbul’un keşmekeşinde kendine ait cennet gibi bir bahçesi olan evde oturuyorum iki tane de faresi oluversin ne olacak?” tadında bakıp karşılık veriyor altta kalmıyorum.

Nalbur
“Hanım kızım bu kapanlar biraz sert, Allah korusun elinizden kaçar bir kaza çıkar eczaneden zehir alsanız” diyor.
“Olmaz. Fare bahçede, zehiri bahçeye atarsam kedi, güvencin kumru yer ölür, kahrolurum” diyorum.
“Peki” deyip en az iki kez bana kapanı nasıl kuracağımı dikkatlice gösteriyor. Alıp çıkıyorum. Farenin akşam yemeğinde fındık var! Hemen tek fındıkla kuruyorum kapanı. Sabah ilk işim uyanıp kapana bakmak. Fındık yok! ama yakalanmış fare de yok! Kapan atmamış. Sinirleniyorum. Bozuk kapanı almışım! “Beş kez göstereceğine doğru çalışan kapan versene adam” diye söyleniyorum! Yine de tebdiri elden bırakmadan bir dal parçası ile kapana hafif dokunuyorum “çaaat” diye büyük  bir sesle kapanıp olduğu yerden sıçrıyor ve  minik dalım 2 parça. Kapan bozuk değil, iki boy büyüğü olsa Serengeti’de aslan yakalanır.

Fındığın kolay çıktığına kanaat getirip bu defa şansımı cevizle deneyeyim diyorum. Cevize güvenim sonsuz...
Ertesi sabah ne ceviz var, ne fare! Kapan yine atmamış ama cevizden eser yok! 3. gün eski kaşarla deniyorum, dokusu yoğun saplandığı yerden kolay çıkmayacak... . Sabah, ne  kaşar var ne de  fare!
Kapanla bu işin olmayacağına inanıp bu defa nalburdan fare yapışkanı ve 20-25 cm lik iki cam parçası alıyorum. Camların üzerlerine bolca yapışkandan sıvadıktan sonra üzerine peynir, fındık, ceviz donatıyorum ve sabahı iple çekiyorum. Bir yandan da cama yapışmış ve hala hayatta olan fareyi nasıl atacağımı/tutacağımı kara kara düşünüyorum.

Şimdi tüm ümidim cam yapışkanında! Kapan da neydi canım ne ilkel şeydi öyle...

Ertesi sabah camlar yerinde, yiyecekler temizlenmiş ama fareden eser yok!

Neyi yanlış yapıyorum? Yapıştırıcıyı az sürdüm herhalde diye kendimi ikna ediyorum. Kalan tüm yapıştırıcıyı iki cam parçasına paylaştırıyorum. Üzerine fındık, ceviz peynir ne varsa...

Veee ertesi sabah; ortada ne fare var ne de yiyecekler! 6. güne doğru gidiyoruz. Bu akşamda bir değişiklik yapıp kapansız, yapışkansız bir dilim beyaz peynir bir kadehte rakı ikram etmek istiyorum. Hayvan haketti. Hem bu kadar yetenekliyse ölmesi yazık olur. Ayrıca artık zekasından çekiniyorum. Resmen kaç seferdir alt ediliyorum. Misilleme yapmak istese  Mac Gyver gibi soba borularından, bahçeki çerden çöpten bir roket yapıp evi ve beni yok edebilir!

Cidden hayvana bir güven geldi. Daha önceleri bahçede karanlıkta ilerleyen silüetini görürken şimdi güpegündüz  çıkıp aksayarak dolanıyor. Ben salon camının arkasından, o bahçeden bakışıp duruyoruz. Kendisine ‘Olağan Şüpheliler’deki gizemli karakter Keyser Soze ismini verdim. Resmen dışarı çıkamıyorum. Farenin tutsağı gibi oldum. Bir Stockholm sendromuna doğru ilerliyoruz!

En sonunda teslim oldum. Eczaneden zehiri aldım. Eczacı iç kanama geçirerek öleceğini, bunun 4-5 gün alabileceğini söyledi. Zehri, sürekli girip çıktığını gördüğüm, yağmur suyu tahliye giderinin içine bir miktar bıraktım.
Son beş akşamdır süregelen ikramların devamı gibi gördüğü zehiri güvenle yemiş olmalı. Sonraki bir kaç gün içinde bahçede turlamasına denk gelirim diye hep bakındım ama bir daha kendisini hiç göremedim...

Bugünkü aklım ve vicdanımla düşündüğümde bu kadar tuzağı atlatmış bir canlının eceliyle ölmeyi hakketiğini düşünür, hüzünlenirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder