11 Mayıs 2012 Cuma

İntikam bazen de ılık yenen bir yemekmiş!


Ocak ayının ilk haftası arkadaşım Aslı ile buluştuk. Hem sohbet etmek, hem de bir şeyler yemek için bir kafeye girdik, bize gösterilen yere oturduk. Neredeyse vitrine oturtulduk ama itirazımız yok, yakıştık! Zaten iki dirhem bir çekirdek giyinmişiz, havalıyız!

Konuşacak konular birikmiş. Birimiz sustuğunda diğerimiz başlıyor konuşmaya... Garson,  genç bir çocuk. Siparişimizi almak için iki kez geldi. Konuşmaktan menüye bakamadığımız için her iki sefer de geri yolladık.

Üçüncüye  gelmeden kararımızı verdik; menüye bile bakmadan birer mohito ısmarladık.  Şerefe yapıp yeni yılımızı kutlayacağız.

Mohitolar geldi, bardaklar tokuştu, yeni yıl dilekleri tamamlandı ve ilk yudumlarımızı aldık.

Bu nasıl mohito? Tatsız, aromasız , hafif naneli, su tadında yavan bir şey!

Garsonu çağırdık, mohito’nun  son derece hafif olduğunu ve biraz daha rom eklenmesini rica ettik.
Bardaklarımız alındı rom eklenmiş şekilde geri geldi.

İkinci yudumları aldık.
Bu defa romdan daha başka bir tat  gelmiyor!

Bu defa garsonu ben çağırdım.
-Rom çok olmuş; ne nanenin ne de limonun tadını hissetmiyoruz!

Garson bardaklarla birlikte tekrar gitti.

 Az evvel ki şen şakrak havamız gitti. İyi bir mohito’nun nasıl olması gerektiğiyle ilgili karşılıklı tarifler ışığında gelen mohito’nun neden iyi olmadığını konuşuyoruz. (Evinde mutfağı olan herkesin yapabileceği bir kek tarifi sorulsa ben evdeki notlarıma bakmadan herhangi bir  şey söyleyemem ama o an bir mohito uzmanıyım.)

Bu esnada bardaklarımız tekrar geldi.

Tam bir hayal kırıklığı! Bu defa kırk buzlar tamamen eriyip kaybolmuş.

Son bir gayretle bu kez Aslı kırık buz getirmelerini, rica etti.
Buzlar geldi ve nihayet mohito tamamlandı. Bu defa tarifimize ve nihayet içilebilir mohito şerefine  bardaklar tokuştu.

İçkilerimiz bittiğinde tekrar eski neşemize geri döndük. Sonrasında atıştırmak için bir şeyler daha sipariş ettik. Uzun uzun oturduk sohbet ettik.

Kahvelerimizi söylerken beraberinde hesabı da rica ettim.
Hesap geldiğinde kartımı uzattım.
Aslı “aaaa omaz öyle paylaşacağız” deyip kendi kartını uzattı.
Olur du, olmazdı, yok vallahi olurdu  olmazdı... Baktık uzlaşamıyoruz; Aslı “yarı yarıya alın” dedi ve tartışmaya noktayı koydu.

Bizim mohitozede;  hesaba baktı, bize baktı, bir daha hesaba baktı...

“Peki o zaman  otuzbir otuzbir  çekiyorum!”  Ne demek o ya!!!

62 lira hesap gelmiş!

“Allahın cezası! Git ne yapacaksan evinde yapp! Benim kartımdan al hepsini...” Diyeceğim ama ya çocuk bir şey ima etmemişse? Ya sadece hesabın talihsizliğiyse?
Bu defa tavşanın aklına havuç getirmiş olmaz mıyım? Hem yüz göz olmaya da gerek yok!

Ya en başından hepsi planlıysa? Hesabı bile çocukluğumun tavşan yapma rakamı olan 62’ye denk getirmiş intikam alıyorsa ve hatta bu şirin rakamın hatıralarını gözünü kırpmadan kirletiyorsa?

En iyisi kalkıp yerimden elimi belime koyup “bana bak bana!..” diye söze başlayıp Allah ne verdiyse devam etmek!

Yok yok en iyisi Aslı kalksın! Bir eli belinde, diğer eliyle göz dağı verir! Hem topukluyla 1.90  boyunda, epey ürkütücü de olur.

Ya da plansız, doğaçlama kalkıp bi temiz dövsek mi?

Hiç birini yapamadık L Hesap ikiye bölünüp ödendi.

Mohitozede garsonumuz intikamsa, aldı intikamını. Üstüne üstlük sonrasındaki günlerde benimle Aslı arasında “hep senin yüzünden! ” tartışmalarına da vesile olarak...

O gün bugündür, hesap bölünsün bölünmesin önce bir bakarım.